13 Nisan 2009 Pazartesi
Ah Philip bir barbar gibi yaşadın, ama ölümün ne soyluydu…
MÖ 4. yüzyılda Makedonya’da yaşayan yoksul bir kadınsanız, sahip olabileceğiniz en iyi işlerden biri bir kralın hizmetçisi olmaktır. Size herkesin nefret ettiği, iğrendiği, ama benim sonsuz bir bağlılıkla sevdiğim Kral Philip’ten söz etmek isterim. Sahibim, Yunan dünyasının en büyük krallarından biriydi, ama yine de aşağılık kompleksiyle kıvranırdı. Korintliler, Atinalılar, Spartalılar onun dağda yaşayan vahşi bir barbar olduğunu söylerlerdi. Ah!... Philip’in, zavallı kralımın görünüşü de tüm bu alaycı sözlere tuz biber ekerdi. Savaşlarda bizzat döğüşen, ordusunu savaş alanına bizzat kendi götüren kralım çok yara almıştı çünkü. Savaşlardan birinde bir gözünü kaybetmiş, bir diğerinde ise baldırından yaralanmıştı. Şifacılar ikisini de tam iyileştiremediler. Ne kadar temizlesem de pis kokulu bir irin akıtıp dururdu bu yaralar.
Karısını hiç sevmem. Dionysius rahibesi, yani bildiğiniz tapınak fahişesi canım! Ama o kendine küçük bir ülkenin prensesi ünvanını yakıştırdı. Komik. Bir prenses, halkın önünde kocasıyla kavga eder mi hiç!? Philip’e bir erkek evlat vermesi ile bağışladım ben onu ama. Öyle tatlı, öyle güzel bir bebek ki. Kralım Philip ne mutlu oldu, ne hayaller kurdu oğlu için. O çirkin, kocaman adam, o hakkında türlü tatsız dedikodular olan adam bir meleğe benzemeye başladı. Bilirsiniz, mutluluk insanı güzelleştirir.
Tuttu fahişe, bebeğin Philip’ten olmadığını ilan etti. Yılanlarla dolaşan bu cadının söylediğine göre Tanrı Zeus, yılan kılığına girip odasına gelmiş güya. Resmen kocasını boynuzladığını söylüyor yani. Gerçi Kralım da kadın erkek ayırt etmeden herkesle yatma arzusuyla tanınıyordu, ama canım, o bir kral, o bir erkek, o benim sahibim. Bir keresinde, zaferle döndüğü bir savaştan sonra yapılan kutlamada çok içmiş, ben cerahat toplamış yaralarını temizlerken, elimin ne hafif olduğunu söyleyip, sonra da… ama geçelim bunu…
Yüzyıllar sonra size bakıyorum da kadınlarınız erkeğin ya ruhuna ya da cüzdanına bakıyor. Erkeğin bedeni sizin yaşadığınız çağdaki kadar yalnız, ilgisiz bırakılmamıştır hiç. Bizim zamanımızda insan ne yaparsa bedeniyle yapardı, savaşa da, sevilenin kalbine de bedeniyle girerdi. Sevilen ister erkek, isterse kadın olsun ne fark eder? Aşk bu noktada neden ahlakı ilgilendirmeye başlıyor, hiç anlamıyorum. İnsanın iki bedene de tutku duyması neden ayıp olsun? Ben düşünürüm ki, bir bedenin güzelliği, ruhun kuşkulu güzelliği karşısında daha basittir; basitliği ile de daha soyludur. Hem ben size bir şey diyeyim mi, bir beden ruhu tarif edebilir ama bir ruh asla bedeni tarif edemez. Bana öyle gelir. Ama boşverin beni, cahil bir hizmetçi kadınım ben.
Kralım Philip, karısının bebeğin babası hakkındaki sözlerinden sonra kuşkular, kararsızlıklar içinde kaldı. Öyle ki, oğluyla arasında hep bir sevgi nefret ilişkisi oldu. Oğlu için öğretmen olarak zamanımızın en ünlü hocası Aristoteles’i tuttu. Kendisi gibi kaba saba olmasın, okusun, kültürlü olsun, şu kibirli Yunanlılar oğluna saygı duysun, diye. Ama oğlu da katıldığı ilk büyük savaşta etrafı düşman askerleriyle çevrili babasını kurtarmak için nasıl da ileri atılmıştı. Resmen, düşman mızrakları ile babasının arasına bırakmıştı kendini yavrum, hala gözlerim dolar.
İyi güzel de birbirlerinden nefret de ederlerdi bu baba oğul. Philip tuttu, oğlu yaşında bir kızla evlendi tekrar. Düğün şöleninde, yeni gelinin doğuracağı ilk erkek evladın tahtın yasal varisi olacağını söyleyip söyleyip kadeh kaldırdı sarhoş konuklar. Eh, buna kimse dayanmaz, yumruklaşmaya başladılar düğün töreninde baba oğul. Sonra da Philip’in gazabından kurtulmak için ana oğul şehri terk ettiler. Sonra bir barış anlaşması yapıldı da ana oğul geri dönebildi.
Bunlar benim bizzat tanık olduğum olaylar. O sırada, düğer ülkelerle savaşlar anlaşmalar da yapılıyordu, ki biz bunları sadece duyuyorduk . Mesela Philip kendisini aşağılayıp duran Yunanlılar’ı dize getirmişti. Artık, öyle ya da böyle kendisine saygı göstereceklerdi. Oh olsun o kendini beğenmiş Yunanlılar’a. Ama Philip yine de sevinemedi. Çünkü oğlu Yunanistan’da çok seviliyordu. Zaferi babasının değil de kendisinin komuta ettiği bir ordu kazanmış gibi Yunanistan’da törenlerle, sevinçle karşılanmıştı. Ama canım hakları da yok değil, çocuk, ne pis kokulu yaraları olan huysuz bir savaşçı ne de alkolden ve seksten aşırı yorulmuş yaşlı bir adamdı. Sanki babası gerçekten de Tanrı Zeus’muş gibi, çok güçlü, çok yakışıklı, akıllı, esprili, iyi huylu bir çocuktu. Yunanlılar, onun için, “neredeyse Yunanlı,” diyorlardı. Eee, savaşan baba, şöhreti toplayan bu genç adam, Philip huzursuzlanmasın da ne yapsın?
Siz şimdi diyeceksiniz ki, biz Philip’in erkek sevgilisiyle olan dedikoduyu da duyduk. Evet, oldu böyle bir şey. Philip’in aynı zamanda özel koruması olan sevgilisi, Philip için rakiplerinden biriyle kavgaya tutuştu. Kaybeden rakip oldu ve öldü, ama son dileği korumanın ortalık bir yerde aşağılanmasıydı. Bizim zamanımda son dilekler kutsaldı. Koruma elleri kolları bağlanıp kölelerle hizmetçilerin aşağılanması için sokağa atıldı. Philip sevgilisi için hiçbir şey yapmadı, hatta bunu komik bir şaka olarak görüp kahkahalarla güldü. Philip bir aşığın onuruyla oynanmaması gerektiğini bilmeliydi. Yapmamalıydı bunu.
Ah!… Kralımın, sahibimin aklında başka şeyler vardı çünkü. Pers İmparatorluğu’na yapılacak sefer öncesinde dini bir festival düzenlenmişti. Kral Philip aynı zamanda baş rahip olarak önce tapınağa sonra da arenaya çıkacaktı. Görünüşü yüzünden alay edilen, zorbaca davranışları ve tercihleri yüzünden hor görülen canım Philip’imin aklına bir fikir geldi. Gelmez olaydı. Törene Yunan usulünde katılmaya karar verdi. Yani yürürken yanında silahlı korumalardan hiçbiri bulunmayacaktı. O sıralar Yunan devletlerinin yöneticileri bir tiran gibi görünmekten korktukları için sade vatandaş gibi dolaşır, yanlarına silahlı koruma almazlardı. Derlerdi ki, sadece nefret edilen bir kral yanında koruma görevlisine ihtiyaç duyar.
Philip, festival sabahında benden en güzel kıyafetlerini istedi. Yaralarını güzelce temizleyip, kıyafetlerini giydirdim. Geçit töreninde yerini aldı, arkasından bakarken gözyaşlarıma engel olamadım. Ağır aksak yürüyüp halkı selamlarken, yeni bayramlık giysilerini giymiş bir çocuk gibi utangaçlık gelmişti üstüne. Kendiyle gurur duyuyor, hafifçe gülümsüyordu. Halk da onu çılgınca alkışlıyordu. Yunanlıların onun bu davranışını onayladığı çok açıktı. Aksak ayağıyla topallayarak yürüyüp arenaya giden tünelin içine girdiği anda aşağılanan şu koruma vardı ya, elinde bir hançerle ortaya çıkıp Philip’imin göğsüne hançeri sapladı. Ah! Ah…Philip arenaya doğru sendeledi ve kendi kan gölünün içine düştü.
Sevgili oğlunun arkadaşları hızla gelip suikastçıyı öldürdüler, ama ne fayda! Philip’im ölmüştü. Kederimi hafifleten tek şey, Kralım bir zorba gibi yaşamış olsa da ölürken tam istediği gibi bir Yunanlı kadar soylu ölmüştü. Toprağı bol olsun.
Oğlu da tarihin en ünlü şahsiyetlerinden biri oldu. Bilmece hikayenin bahanesi gibi oldu ama, bilin bakalım, bu oğulun adı neydi?
not: sizin de anlamsız, nedensiz bir şekilde canınız sıkılıyor mu bugünlerde?
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
8 yorum:
ilk aklıma gelen isim "büyük iskender", umarım yanılmıyorumdur.
not:can sıkıntısıyla da kalmıyor sanki bu ara canımın yongası duyguları, habire canımla cebelleşiyorum; arada pür neşe arada ağlak, arada mızırtı paletinde her renk var, sebepli sebepsiz bi dolu can sıkıntısı işte...
neyse ya dokunma iyisimi bana, philip'e ahlanalım vahlanalım canımız çıkmaz ya ;)
ben de bu sefer google'lamadan (halid duy bunu bak :) büyük iskender olabilir mi dedim. emin değilim ama oymuş gibi geliyor. lusin, bilenlere hediyeler veriyosun ya, yanlış cevap verenler için de ceza versene (kaşınan neo :)
bütün bilmecelerini seviyorum ama bu çok güzel olmuş, bedenle ilgili yazdığın kısım hoşuma gitti özellikle. böyle düşünmemiştim hiç.
ve evet bu sıralar aynı dedigin gibi sebepsiz can sıkıntıları basıyor beni de.. ne yaparsam yapayım avunamamalar, odalara sığamamalar, dışardaysam içerde, içerdeysem dışarıda olma isteği.. bahardandır diye umuyorum.
Sen yaşamın sonlandığında köpeklere yem olacak hizmetçi parçası,
Sen küçücük aklınla asillerin işine burnunu sokmaya cüret eden ucube,
Sen yalanlarının herbirini kendine saklaman gerekirken yılan dilinle tıslayan ifrit,
Sen benim rahibelerime fahişe diyerek kendi ölüm fermanını imzalayan soysuz!
Babam Zeus ve annem Semele'nin adına and içerim ki;
Yarını göremeyeceksin.
İskender'in Gordion'un Düğümü'nü kestiği kılıçtan olacak sonun.
Büyük bir zevkle izleyeceğim ölümünü.
Etinden kopan her parçada haykıracaksın, öldür beni diye.
Öleceksin elbet, ama acıyla.
En son dilini keseceğim.
Dilin kesildiğinde, bitecek işin.
Her parçasını etlerinin, gözünün önünde köpeklere yedireceğim,
And olsun ki, yedireceğim.
ooo pusarık, doğru olmaz mı hiç! doğru elbette.
vee neo, sana nasıl ceza verebilirim ben? yapamam böyle bir şeyi, ceza yok burada, hele hele senin için hiç yok!
atilla bey,
bir mide ameliyatından çıktım. lazerle filan yaptılar güya ama karnımda beş ayrı bölgede dikişler var. bu nedenle sizin yorumu okurken, sözleriniz gerçek olmuş gibi, ah, ah diyerek okudum. biraz da içerledim. insan hastayken şefkat bekliyor:(ama siz nereden bilecektiniz ki?:) şimdi yataktayım ve lap top da bir yastığın üstünde. yazmam sorun olmuyor. ama derin derin nefes alamıyorum, göğüs kafesim acıyor ve ayağa kalktığımda çok yavaş yürüyebiliyorum. yemek deseniz, püre, çorba ve sıvılar. yanıbaşımda ilaç kutuları, kollarımda iğne yerlerinin acısı var. ve siz her parçamı köpeklere yedirmek için and içtikçe, her cümlenizde nasıl irkiliyorum tahmin edemezsiniz:)
yanıt elbette doğru ve her zamanki gibi çok çarpıcı bu arada. teşekkür ederim herkese.
geçmiş olsun lusin...
mersi torkunç, mersi. aklımda çok şık bir bilmeceyi dolaştırıyorum bir yandan da. bakalım, toparlayabilirsem çok yakında sorarım size:)
Çok geçmiş olsun, ben yeni okudum ...
Banu, hoşgeldin! Teşekkür ederim, ne tatlısın.
Yorum Gönder