Şimdiii, bu on tanecik post insana şımarma hakkı vermez. Vermez, ama ben yine de şımarmak istiyorum. Azıcık. İstiyorum ki, ben Kuzey Kutbundayken bana hediye hazırlayın. Resim olabiliiir, müzik olabiliiiir, film olabiliiiir. Tek koşulum sizin değil de Bayan Lusin'in seveceği türden olacağını düşündüğünüz bir hediye hazırlayıp, yorum bölümünde göndermeniz. Olmaz mı? Belki keyfim azıcık yerine gelir.
Aşağıda bir bilmece var, ama biraz tuhaf bir bilmece. Bakın bakalım, ne diyeceksiniz.
Kafkas ülkeleri içinde en zengin sinema geleneğine sahip ülke hangisi? (Hayır, soru bu değil:). Gürcistan sinemasından bahsedeceğiz biraz. 1896 yılında Tiflis’le düzenlenen bir gösteriyle sinemayla tanışan bu ülkede sinemanın gelişme göstermesi SSCB döneminde gerçekleşmiş ve Stalin’in Gürcü olması hiç kuşkusuz buradaki sinema etkinliğinin daha kolay gelişmesinde etkili olmuş.
Gürcü sinemasının kimliğini bulmasını, yerel kültürle bağlar kurmasını sağlayan ve tiyatro tarihçilerinin Stanislavski ile eşdeğerde olarak değerlendirdikleri Kote Mardzavişili’yi de sormayacağız.
Gürcü edebiyatı ile sinemasının işbirliğinin ilk başarılı örneğini oluşturan, Mayakovski hayranı Nikolai Şengelaya’nın Aleksandr Kazbeki’nin romanından uyarladığı Elisso filmini, Çerkeslerin zorla Ruslaştırılmasını düzgün bir anlatım ve gerçekçi bir yaklaşımla vermiş olsa bile ve sonraki filmi Yirmi Altı Komiser ile büyük ilgi uyandırsa da bilmecemiz onunla da ilgili olmayacak.
Bilmecemiz, Şengelaya ile Gürcü sinemasının öncüsü olan, Stalin’in gözdesi Mihail Çiuareli ile de ilgili değil. Her ne kadar Saba ve Kabarda gibi ilk filmlerinde gerçeküstücülük ve dışavurumculuk gibi akımların etkisi sezilse de, Sovyet sinemasının genel çizgisine uyduğu görülür çünkü. Geçelim.
Gönül isterdi ki, Tengiz Abuladze’den, onun, Rezo Çekeidze ile ortaklaşa yönettikleri ve Gürcü sinemasında bir dönüm noktası olan Magdany’nin Eşeği filminden filan konuşsak, bu filmle Çarlık dönemi Tiflis’ini, bir yoğurtçunun serüveni eşliğinde gözlemlesek... ama bunu da yapmayacağız.
Aklımıza giren ve bir daha da çıkmayan yönetmen başka çünkü. Önce müzik, ardından da Moskova’da sinema öğrenimi görmüş bir yönetmen bu. İlk filmi Nisan, çağdaş bir masal olarak nitelendiriliyor ve günlük yaşamın aşkı öldürdüğünü vurguluyor, ama uzun süre sansür engelini aşamamış. Ah, bu yönetmenin ismini soracağımı sanıyorsan yanılıyorsun. Otar İosseliani bu yönetmen. Bir süre denizci olarak çalışıyor ve sonra sinemaya, benim çok sevdiğim Bağbozumu ile dönüyor. Film, siyah beyaz. Köylülerin bağbozumu etkinliği ile açılıyor ve bir belgesel gibi. Sonra sonra bir şarap kooperatifinde çalışan biri her devrin adamı, öteki onurlu ve yaşamın güzelliklerine bağlı iki arkadaşın öyküsüne geçiyoruz ve onları izlerken de film diğer yandan incelikli bir bürokrasi taşlaması yapıyor. Film, Cannes Film Festivali’nde de gösteriliyor ve böylece yönetmenimiz ülkesi dışında da tanınıyor.
Sonraki filmi, Bir zamanlar Bir Karatavuk Vardı ise sevgilisiyle buluşacağını dahi unutacak denli toplumsal yaşama ayak uyduramayan bir orkestra üyesini konu ediniyor. Olumsuz bir kahramanı perdeye getirdiği için gösterime girememiş, ama dört yıl sonra sağ olsun, Cannes Film Festivali’nde seyirciyle buluşup, çalışkan karıncalar arasındaki hüzünlü ağustosböceğinin öyküsü olarak değerlendirilip ilgi görmüş.
Bunlar dışında izlediğim filmi Ayın Gözdeleri ise İosseliani tarzında bir suç filmi. Çıkarcıların, isyancıların, polislerin, kaçakçıların, ayyaşların kol gezdiği Paris’ten izlenimler taşıyan film Bunuel sineması ile çağrışımlar yapıyor. Ayın gözdeleri Venedik Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü kazanıyor.
İzlediğim diğer filmi de Pazartesi Sabahı. Çok, çok sigara içiliyor filmde. Hele ilk bölümlerde sigaranın yer almadığı bir sahne yok gibi. Çağdaş yaşamın makineye dönüştürdüğü bir kaynak işçisinin bu sarmaldan çıkarak, günün birinde işe gitmeyip dünyayı dolaşmaya başlamasını anlatıyor. Ailesini, işini, her şeyi bırakıp çıkıp gidiyor adam. Hüzünlü bir güldürü diyebiliriz film için illa bir şey dememiz icab ederse.
Filmlerinde hiç ünlü bulunmayan, olabildiğince az konuşma kullanan ve kendisine neden böyle yaptığını soranlara, 'konuşma duymak istiyorsanız radyo dinleyin,' diyerek terslenen bu ayyaş yönetmenin Farewell, Home Sweet Home filmi ile ilgili olacak bilmece. Film başından itibaren oldukça ekzantirik, tuhaf, komik, ilginç! Oyuncaklarının arasında terbiyeli terbiyeli oynayan küçük bir kızın yanından ellerinde yiyecek, içecek dolu tepsilerle uşaklar geçip, bir kapıdan girerler. Gelen seslerden anladığımız kadarıyla bir parti, gösteri vs vardır içeride. Sonra oldukça dominant bir karakter olan evin hanımı omzunda kocaman ilginç bir kuş ile gelerek küçük kızın resmine bakar, diğer kapıdan girmek isteyen ayyaş kocasını tekrar içeri sokup, kapıyı kilitler filan. Bu kocaman evi, ayyaş kocasını, işini ( ki ciddi bir işkadınıdır, onu işe götürmek için helikopter filan gelir sabahları), küçük kızlarını ve büyük oğlunu, sevgilisini pek güzel idare eder. Akşamları da küçük başı öne eğik, düşünceli düşünceli dolaşan o devasa kuş ile konuklarına gösteri yapar. Film çokça, bulaşıkçılık yapan, sokak serserileri ile takılan ve bir garson kıza aşık olan evin büyük oğlu hakkındadır. Herneyse, film oldukça tatlı. İzle. Benim sormak istediğim filmdeki bu kuşun cinsi. (!!!!:)
Evet, bunu sormak istiyorum. Soru bir filmden olmadı, ornitoloji’ye (kuş bilimi) filan geçtik biraz ama olsun. Burada soruları ben soruyorum. Canım sıkıldıkça sorular tuhaflaşıyor işte böyle.
Hadi, her şeyi biliyorum, hele sorular sinema ile ilgili olsa sular seller gibi cevaplarım diyen arkadaşlar, başlayın!
işte, o otoriter kadın, ayyaş
kocası ve size bahsini ettiğim kuş.
***
neo için:
Lemon Tree - Sting
15 yorum:
Şimdi bu sorunun sinemayla ilgili olduğunu iddia etmek olsa olsa demagojidir demek istiyorum, af buyurursanız.. :)
Benim iddiam, sevgili Lusin, filmi izlememiş olsam dahi, bir karesinden (ya da ipuçlarından) -o film hakkında!- çıkarsamalar yapabileceğimdi, filmdeki kuş hakkında değil. :)
Gürcistan sinemasıyla Babluaniler dışında (bu yazıda adlarının geçmemesi ilginç) hiçbir tanışıklığım yok. Adı geçen yönetmenlerin sadece bir tanesini duydum, filmlerin ise hiçbirini izlemedim. Özetle, "bilmiyorum", muhterem Lusin. Ve google'a da bakmayacağım her zamanki gibi.. :)
ama lusin, ben bu filmi izlemedim, google'dan aratıp buldum, yine de sayılır mı cevabım, bir hediyeyi hak eder miyim bilemedim. olsun yine de yazayım, murabut kuşu imiş filmdeki (ingilizce Marabou Stork). Türk Dil Kurumu sözlüğü "Uzun bacaklılardan, leyleğe benzeyen, gagası iri ve uzun bir kuş (Leptoptilus)" diye anlatıyor. Bir başka yerde de "leylekgillerden çok obur bir kuş" diyor. Sulak yerlerde ve köylerin yakınlarında ağaçların üzerinde yaşarmış, beyaz renkli tüyleri süs amacıyla kullanılırmış.
bir yerde de mealen şöyle diyor, "sıradan bir kuş gözlemcisine kel kafası, pembe, buruşuk, sarkık hava keseleriyle dünyanın en çirkin yaratığı gibi görünebilir. aynı gözlemci, murabut'un leşe düşkünlüğü, pislikle haşır neşir oluşunu da görünce, haklı olduğunu düşünebilir. gerçek bir kuşseverin murabut'un gizli kalmış pasaklı cazibesini görebilmesi için bütün bunların ötesine geçmesi gerekir."
pek guzelmiş bu bilmece de diğerleri gibi ve daha onuncu postta heyecan sıfırlanmasın lütfen, şurada -şimdilik- ufak çaplı da olsa sadık bir kitleniz oluştu, diy mi ama? sizi şımartmak için de bir hediye düşündüm, şu linki tıklarsanız, pek güzel bir bahar resmi bulacaksınız. ayrıntıları seven biri olarak, çimenlerin üzerindeki şapkaya, şemsiyeye, sayfaları açık kitaba dikkatinizi de çekmek isterim :)
http://www.artinthepicture.com/artists/James_Tissot/spring.jpeg
bizim mahalledeki emlakçıya benziyor bu kuş.
halid, soru sinemayla ilgiliydi ve sen bilemedin işte!:)
şaka şaka, soru sinemayla filan ilgili değildi, üstelik sevimsizdi. babluaniler geçmiyor soruda, evet. öyle iki film yapıp burada bayan lusin'in bilmecesine girmeye hak kazanmak kolay mı sanıyorsun? değil! yeni filmlerini bekliyoruz.
yalnız google'a bakmaman nedeniyle sana kocaman bir AFERİN veriyorum. yok burada öyle elle tutulur, somut hediyeler. prensiplerime aykırı:p bu lafa da çok kıl olurum, prensiplerime aykırı'ymış, sanki cümlenin başında, sonunda iki bodyguard bekliyor gibi.
ben senin için güzel bir sinema sorusu hazırlayacağım, söz! sen de google'a filan bakmaya bile gerek görmeden bileceksin. buna eminim.
neo,
ben şimdi tuhaf bir şey yapacağım, halid'e google'a bakmadığı için aferin dedim, ama sana da baktığın için aferin, diyeceğim. bu durumda bana ne denir, o konuya hiç girmeyeyim. verdiğin bilgiler çok doğru, açık ve komik. hoşuma gitti. bir işyeri kuracak olsam ilk aklıma gelen blogger sen olursun. valla, yalan değil.
hediyeyi sevdim, neo. ama bu hediye beni değil de çokça seni çağrıştırıyor, onu söyleyeyim.çiçek açmış kiraz ağaçları, çimen, kızlar, kıyafetleri, şemsiye ve evet kitap çok hoş, tam bir bahar resmi, çok şeker ve fakat bu resim sensin. evet evet, öyle.
1-beni kendine çok mu benzer buluyorsun?
2-hediyenin,alıcısının değil de verenin kişiliğini yansıtması gerekliliği fikrine çok mu sadıksın?
3- yoksa senin gözünde ben bu resim miyim? hangisi? ama hangisi!
:)
aç kucağını, sevgiler hem de çooook.
vay vay vaaaay!
bugün duman kılığında gelmişsin.hımmm? bakayım şöyle; evet, böylesi daha güzel.
hangisi, köşedeki emlakçı mı, cadde üstündeki mi? bir de ikinci katta vardı, ama hiç birini hatırlamıyorum valla. ama çok güldüm, emlakçıya benziyor, ha?:)kuşun, hala kravat takan küçük yakalı gömlek giyen emekli öğretmene benzer bir hali de yok değil.
sen ne hediye edeceksin bana? artık bir şiir yazarsın duman. siparişle olmaz o işler, deme! şöyle küçük, şiddeti az, sevimli bir şey olsun. sen öyle şeyler yazmaz mısın? yazarsın! hadi!
tamam kızma,yahu.
lütfen, yaz.
olmadı.
lütfen, yazar mısın?
ı-ıh
rica etsem, lütfen yazar mısın?
:)
haa, halid sen ne hediye vereceksin? bak, şimdi bana kızgınsın sevimsiz bir hediye hazırlarsın sen. öyle yapma, şöyle yap: bak gelecekte çok sinema sorusu soracağım, sen bileceksin, hepsini biliyorum diye hava atacaksın, ben seni alkışlayacağım, hep alkışlayacağım. bak işte o gelecek güzel günleri düşünüp hazırla hediyeni, tamam mı? söz mü?
sonra hediyeler için özel bir post açıp sergileyeceğim. çok güzel olacak. hatta her on soruda bir siz bana bir hediye verin, olmaz mı? olur, de.
:)
bu kadar şımarıklığa benim bile tahammülüm yok. ama hepinizi tanıyorum ben, buradaki oyuncuları tuhaf bir sabır testinden sonra seçtim. ya bi susayım artık ben.
Baba Babluani'ye haksızlık olmuş ama olsun varsın, aferini aldım, sesimi çıkarmayım :)
Bu arada gugılcılık yapan ve diğer aferini alan (ikinci aferin birincinin kıymetini düşürüyor) acar neo'yu da esefle kınıyorum..
Evet sevgili lusin, bekliyorum "sinema" sorusunu..
:))
Şunu taahüt ediyorum; burada beğendiğim her on sorudan sonra sana bir hediye gönderirim. Beğenmediğim her iki soru, beğendiğim bir soruyu geçersiz kılar.. Ama hangilerini beğenip beğenmediğimi söylemem; ola ki doğru tahminler yapıp bulursan ikinci bir hediye kazanırsın.. hem benim prensiplerim de yok.
Yaa... alemin tek şımarığı sen misin pek muhterem Lusin.. :)
halid,
:)
:)))
:)))))
peki öyle olsun. ben bir kuzey kutbu'na gidecektim ve oradan şık ama kimsenin pek ilgisini çekmeyecek bir soruyla dönecektim, ama gitmeden belki bir soru hazırlarım.
atilla bey, erhan bey ve torkunç da gelirler belki o zamana kadar.
lusin, hediyeyle ilgili sormuşsun ya,
1) yok, çok benzediğimizi düşünmüyorum.
2) o fikre sadık olduğum aklıma gelmemişti ama galiba genelde öyle oluyor :) bana verilse mutlu olacağım şeyler hediye ediyorum insanlar. bencil miyim aceba?
3) o resmi önce bahar temalı diye sectim, sonra da ayrıntıları sevdim, senin de sevecegini düşündüm. beni degil de seni çağrıştıran bir resim bulmak için daha fazla kafa yormalıyım, anlaşıldı :)
halid,
nicün kınıyorsun ki beni? gugılcılık hassas bir mevzudur, onca ıvır zıvır bilginin içinde, nehirde elmas arar gibi kıymetli, enteresan olanları bulucaksın, gerekiyorsa tercüme edeceksin.
neo,
bak şimdi, neden çok benzemediğimiz düşünüyorsun?:) sence en temel fark ne? ne yapayım, soru sormadan duramıyorum.
resim çok güzel. gerçekten. ben bir yanımla o resmim. öyle pırıl pırıl olsun her şey isterim. rahat, uyumlu, huzurlu filan. ama bir yanım da çok huzursuz işte. çimenlerdeki böcekler kolumu kaşındırmaya, etraftaki diğer kızlar kitap okumamı engellemeye filan başlayacak gibidir. bana rahat batar!
sana bir şarkı hediye ettim. beğendin mi?
bir de halid'in dediğine bakma sen, en çok seni sever o.
:)
daha bir oyuncu-muzip hava, coşku ve kendine güven var sende. ben daha sakin gibiyim. hatta bazen sıkıcı oldugumu düşündüğüm bile olur :)
hmmm, benimse hiç aklıma gelmez, çimendeki böcekler vs. işte bak bu yüzden de çok benzemiyoruz, biraz benziyoruz.
hediyeyi çok begendim, şahane bir seçim. severim o şarkıyı, içinde pazar günü geçiyor, limon ağacı falan. tam benlik :)
öyle mi dersin? ;)
ne güzel şeyler söylemişsin benim için. ne güzel böyle görünmek! görünmek?
:)
sen, evet daha sakinsin benden ve daha da tutarlı. senin yapıp ettiğin, sevip sevmediğin her şey birbiriyle tutarlı. öyle ki bir insan kararkteri üstüne proje çalışması yapsak, senin karakterin bu tutarlılığı ile mükemmel bir örnek oluşturur. öyle sağlam bir karakterin göstergesi bu. evet, pek sürpriz görünmüyor içinde ama ne gam! sende canımı sıkan, sinirimi bozan, hımmm, böyle yapmasa, böyle düşünmese dediğim hiç bir şey olmadı bu zamana kadar. olduğun haliyle mükemmel!
evet, farklıyız biraz. ben değişirim. sıkılırım, değişirim. sende güzel bir kazağa dönüşen ip uçları ben de boşlukta sallanır durur, uzar gider, kimisi kısacıktır, vazgeçilmiştir, daha olacaktır. eski kazak sökülüp sökülüp yeni kazaklar yapılmıştır, yapılacaktır veya tümden kazaktan vazgeçilmiş, kaşkol örülmeye başlanmıştır. insan kontrol edemez, bakar kalır öylece ne olacak, diye.
anlatabildim mi bilmem. ama bu içimde böyle. bir yandan senle ben çok benzeriz. öyle benzeriz ki bazen kardeşimmişsin gibidir.
:)
limon ağacı tam senlik, tam benlik. bazen.
Yorum Gönder