1 Nisan 2009 Çarşamba

şşşş... sesiz olun. pagan büyüleri, tılsımlar ve cinayetten konuşacağız.

Bu sitede kedilerden bir daha bahsedilmeyecek! En azından Cheshire Kedisi gibi kitaptaki rolü böylesine hoş değilse, hiç! "Neden peki, kedilerle bir alıp veremediğiniz mi var, Lusin Hanım?" Hiç değil! Hatta tarz sahibi ise bir kediye aşık bile olurum. Ama kedisinden bahseden bir kızı dinlemenin o çok sıkıcı hallerine düşürmeyeceğim sizi. Ensesini okşadım pati attı, gözleri şehla baktı, yemeğini verdim dağıttı… Offf, gözleriniz çevreyi tarayıp iç çekmeye başladınız bile, değil mi? Kitaplar kedileri sever, evet ama kendileri dışında hiçbir şeye ilgi duymayan kedileri biz de umursamayacağız burada, oh olsun! Sohbet fukarası bir hale düşüp size kedilerden bahsetmeye başlayacağıma, bileklerimi keserim, kendi kanımla size bilmece sorarım daha iyi.

Sohbet buraya gelmişken ve hazır bileklerimden akan kanın kokusu duyulmaya başlamışken, size geçenlerde başımdan geçen bir olayı anlatacağım.


Bir süredir, Harvard Üniversitesi, Dini Simgebilim Profesörü Robert Langdon’a asistanlık yapıyorum. Size baktığım tarot fallarından anlayacağınız üzere, ezoterik konulara eğilimim bu işi almamı sağlamakta etkili olduysa da, seminerleri için sık sık yurt dışına çıkmak zorunda kalan patronuma eşlik etmek için hiç bir engelimin olmaması öncelikli avantajımdı sanırım. Geçenlerde yine Paris Amerikan Üniversitesi’nin davetlisi olarak Paris’teydik. Patronum, ‘kulaklara çikolata’ diye nitelendirebileceğim alçak ve bariton sesiyle kadın izleyicilerini mest ederek sembollerin gücü hakkındaki konuşmasını yapmış, yine büyük ilgi görerek coşkulu bir şekilde kutlanmıştı.

Gece geç vakitte Ritz Hotel’deki odalarımıza çekilmiştik. Ama birkaç saat sonra patronum, odamın kapısını sertçe tıklatıp, “gidiyoruz” deyince hızla hazırlandım. Ona neden diye sormazdım. Sormadım, pantolon süsü verilmiş siyah Adidas eşofmanımı, beyaz tişörtümü giyip, not defterinin, kalemlerin ve cep telefonunun içinde olduğuna emin olduktan sonra koca çantamı alarak çıktım.




Son derece zayıf, resmi görünüşlü mavi üniforma giyen bir adamın peşine düştük. Citroen ZX marka bir arabanın arka koltuğuna gömülürken patronum, “Asistanım Lusin Hanım. Bu da Adli Polis Merkezi’nden Jerome Collet,” diyerek bizi tanıştırdı. Adli Polis Merkezi, ABD’deki FBI’ın dengiydi ve ben çoktan huzursuz olmaya başlamıştım. Patronum, “ Jacques Sauniére ölmüş,” dedi. Endişeyle yüzüne baktım. Zira bu geceki seminerden sonra müze müdürü olan Jacques Sauniére ile randevumuz vardı, ama o gelmemişti.

Uzun bir araba yolculuğundan sonra Ajan, Louvre Müzesi’nde arabayı durdurdu. Döner kapıdan girerken geniş omuzlarına dar gelen koyu renkli kruvaze takım elbise giymiş, tıknaz yapılı esmer bir adam bizi karşıladı. “Ben, Bezu Fache. Adli Polis Merkezi Şefiyim, “ diye kendini tanıttı. Sıkı güvenlik tedbirlerinin alındığı Louvre müzesinin geniş koridorlarından, galerilerinden geçip, asansöre bindik; iki kat yukarıya çıktık ve nihayet Büyük Galeri’ye ulaştık. Size ayrıntılardan bahsetmeyeceğim şimdi. Gördüğümüz dehşet verici manzara her ayrıntısı ile korku belleğimize çakılsa da.


Bir heykel kaidesinden zemini aydınlatan spot lamba, galerinin kırmızı ortamında beyaz bir ışık adacığı yaratıyordu. Müze müdürünün çıplak cesedi, parkelerin üstünde ve ışığın tam ortasında, mikroskop altındaki bir böcek gibi yatıyordu. Arkamı döndüm.

Sauniére’in göğüs kemiğinin tam altındaki kan lekesi, kurşunun etini deldiği yeri işaret ediyordu. Ayrıca sol işaret parmağı da kanlanmıştı. Sauniére kendi kanını mürekkep gibi kullanarak göbeğine beş köşeli tılsım yıldızı çizmişti.



Fache, “bunu kendine o yaptı” dediğinde şaşkınlıkla dönüp cesede baktım. Sonra, “anlamı ne bu yıldızın?” diye doğrudan sordu. Patronum biraz huzursuz, “Semboller farklı mekanlarda, farklı anlamlar taşırlar,” dedi. “Esasen, beş köşeli yıldız bir pagan sembolüdür.” Fache başını salladı ve bilmiş bilmiş, “şeytana tapma,” dedi. Elimde olmadan, “ hayır!” diye sohbete girdim. İkisi de bana dönüp bakınca sustum. Patronum hala bana bakarak ve hafifçe gülümseyerek, “ hayır,” dedi. Anlaşılır cümleler kullanmaya özen göstererek konuşmasına devam etti. “Beş köşeli yıldız, doğaya tapınmakla ilgili, İsa öncesinden gelen bir semboldür. Bu beş köşeli yıldızla, dünyayı eşit iki yarı olarak düşünen eski çağ insanları bütün varlıklardaki dişiyi temsil etmek istemişlerdi. Kutsal dişi ya da ilahi tanrıça.”

Ben patronumun az önceki gülümsemesinden cesaret alarak, “Pagan kelimesinin kökeni Latincedeki paganus kelimesine kadar gider ki, bu da taşrada oturanlar, anlamına gelir. Paganlar, taşrada oturan, doğaya tapınan, dinlerine sadık kalan ve diğer dini öğretilerden habersiz taşra insanlarıydı. Kilise taşra köylerinde yaşayanlardan öylesine korkardı ki, köylü anlamına gelen masum sözcük villager bile değişerek vilain-kötü ruhlu adam anlamında kullanılmaya başlanmıştır,” diye bir çırpıda konuştum. Patronum, bulunduğumuz koşullara hiç uygun düşmese de gülümsemesini tutamadı. Zira az önce söylediklerim onun seminer konuşmasındaki metnin bir parçasıydı ve asistanının işine böyle yürekten bağlı olması sanırım ki onu sevindirmişti.

Fache benim verdiğim bilgiyle ilgilenmez görünüp doğrudan patronuma bakarak, “Sauniére karnına bir tanrıça sembolü mü çizmiş!?” diye hayretle sordu. Patronum, “Beş köşeli yıldız, en bilindik yorumuyla Venüs’ü sembolize eder. Venüs gezegeni her dört yılda bir ekliptik semada beş köşeli mükemmel bir yıldız çizer. Eski insanlar bunu fark ettiklerinde öyle büyülenmişler ki, Venüs ile onun beş köşeli yıldızı mükemmellik, güzellik ve aşkın sembolü haline gelmiş. Eski Yunan’da Venüs’ün bu büyüsüne övgü olsun diye, onun dört yıllık devrini Olimpiyat Oyunları’nı düzenlerken kullanmışlar. Pek az insan Olimpiyat Oyunları’nın hala Venüs’ün devrelerini takip ettiğini, beş köşeli yıldızın Olimpiyat amblemi olmak üzereyken son anda iç içe geçmiş beş halkayla değiştirildiğini bilir.”



Fache, kuşkuyla baktı, beş köşeli yıldızın şeytanla ilgisi olmadığına hala ikna olmamıştı. Ben, şeytani seri katil filmlerinde, satanistlerin duvarlarına çizdikleri beş köşeli yıldız sembolünü hatırlayıp, “ Teşekkürler Hollywood,” diye mırıldandım. Patronum, “ sizi temin ederim filmlerde gördüklerinize rağmen beş köşeli yıldızın şeytani anlamları tarih açısından yanlıştır,”dedi. Fache “ya kilise…” diye üsteleyecek oldu. “Yeni doğan güç varolan sembolleri devralır ve anlamlarını yozlaştırır. Pagan sembolleriyle Hıristiyan sembolleri arasındaki savaşta paganlar kaybetti. Poseidon’un çatallı balık zıpkını, şeytanın yabası, bilge kocakarının sivri şapkası cadılığın sembolü oldu.”

Fache bir süre sessiz kaldı. Düşünceli bir şekilde çenesiyle işaret ederek, “sol eline bakın,” dedi. Patronumla şaşkın bakıştık ve ben cesedin çevresini dolaşıp yere çömeldim. Müze müdürünün elinde büyük, keçeli bir kalem tuttuğunu görebiliyordum. “Stylo de lumiere noire” dedim hayretle. Çok ilginçti bu. Çünkü bu kalem, siyah ışık kalemi ya da filigran kalemi olarak bilinir ve nesneler üzerine görünmeyen işaretler bırakmak için tasarlanmışlardır. Alkol bazlı ve çıkmayan floresan bir mürekkebe sahipti ve onun tarafından yazılan ancak siyah ışık altında görülebilirdi. Fache, spot lambasını kapatıp parlak mor ışık veren bir ışık kaynağı ile geri döndü. Aşağıya baktığımızda şaşkınlıktan yerimizden sıçradık. Önümüzdeki parke zeminde parlayan görüntü yüzünden kalbim hızla çarpıyordu. Müze müdürünün el yazısıyla karalanmış son sözleri, cesedinin yanında mor ışıltılar yayıyordu. Patronum, “ Bu da ne demek böyle!” diye bağırdı. Fache’nin gözlerinin akı parladı. “Bu, bayım, cevaplamak için geldiğiniz sorunun ta kendisi!”


Evet, olaylar birbirini izledi ve işin içinden yüzümüzün akıyla çıktık, çözdük her şeyi. Eğer buraya kadar okudunuz ve hoşunuza gittiyse kitabı alın okuyun, diyeceğim ama yapmayacaksınız. Zira kitap, uzun zaman çok satanlar listesinde yer alan, filme de çekilen çok popüler bir kitap ve sizin gibi ağır edebiyat meraklılarına bilmece için bu kitabı sormama bile içten içe kızmışsınızdır. Kızmayın, cevaplayın! Bu kitabın yazarını, adını soruyorum. Bilenlere birer adet stylo de lumiere noire kalemi hediye edeceğim;) Birbirimizin arkasına kuyruk filan çizer, güleriz. Hem böylece 1 Nisan’ı da hakkıyla kutlamış oluruz.


not: olaya ben de katılınca kitap biraz değişti, kusura bakmasın yazar. ama o bilmiyor ki elimi attığım her şey eninde sonunda değişiyor böyle.
***

cevap: aynen neolitik hanım'ın dediği gibi dan brown, da vinci şifresi.

neolitik hanım'a ne hediye versem, diye düşünüp durdum. o, hemen hiç bir müzik parçasından söz etmemiş. ama onun sevdiği haikuların içinde müzik saklı zaten. bu sefer hediyemiz haiku olsun. bilmem, sevecek misiniz?

neolitik hanım için;

şafak sökerken,


kiraz çiçeklerine


vurup geçer yağmurun sesi

takahama kyoshi - bengisu özsoy

darma için;

ölü bir kelebeği

kaldırıyorum şimdi

süssüz, boyasız

yorgo seferis- cevap çapan

8 yorum:

neo dedi ki...

sevgili lusin, ilk günden beri uğruyorum ama yazmak bugüne kısmetmiş, "da vinci kodu" bu kitap. kendimi ağır edebiyat meraklıları içinde saymadığımdan hiç kızmadım :) bilakis, hoşuma gitti. kitabı sevmiştim ben, merak dozu yüksekti, bir sürü ilginç bilgi vardı vs. ama o uyuz tom hanks oynadığından filmi hoşuma gitmemişti.

hmm demek "kedileri anlatan sıkıcı kızlar". esas buna takıldım ben. -yoksa takılmam için mi yazdın? öyleyse düştüm tuzağa :)

neo dedi ki...

aa yazarın adını da sormussun, simdi fark ettim, dan brown. zaten kitabın adını da yanlış yazmışım "da vinci şifresi" olacak. sersemliğim üzerimde bu ara :)

darma dedi ki...

herşey aynı artık,herşey oldu, olabilecek şeyler bile bitti.leonardo bile yeni bir yüz dökemez bu saatten sonra çıkıp gelse. ama sen değiştir. iyi gidiyor.
bildim mi?

lusin dedi ki...

neolitik hanım, nihayet! ben senin için şeytani planımı aşağıda, tarot kartları bölümünde yapmıştım, ama sen dayandın! gerçek bir polisiye sever olduğun için bu sefer dayanamadın, n'aber!:)

okuduğun kitaplara da, kedine de bayılıyorum. artık ruhunu oyuna vermiş biri olarak, bu bilmecelerde tutuklusun, hep geleceksin! anlaşma böyle. vee cevapların elbette doğru, bundan hiç şüphem yoktu zaten.

lusin dedi ki...

bildin, darma, bildin!
bil ya da bilme, ama sen hep gel, olur mu?

neo dedi ki...

çok teşekkür ederim lusin, haiku'ya bayıldım. ve evet "ruhunu oyuna vermiş biri olarak" hep buradayım artık :)

Mira dedi ki...

tüm tek tanrılı dinler sona erdiğinde yeniden kadınlar tüm zerafet ve merhametleriyle yükseleceklerler.

blueseverything dedi ki...

ben her şeyden çok bu resimdeki simgelerin ne işe yaradığını merak ediyorum. açıklayabilecek biri var mı?