14 Mayıs 2009 Perşembe

Ken,

Sevgilim,



Sen şimdi Mine Town’da bir berber koltuğunda oturmuş, bekliyorsun. Birazdan sakalın, bıyıkların kesilecek ve kalbim seninle ilk kez o zaman çarpmaya başlayacak. Seni daha önce 1868’in Aralık ayında Montana’da görmüştüm. Kardeşin Bill ile ihtiyar Puncho’ya kürk satmaya gelmiştiniz hani. Yüzünü çevirme, acı hatıraları tazelemek değil niyetim. Seni nasıl üzerim, aşığım ben sana. Kardeşin, kafa derisi yüzen o soysuz beyazlar tarafından öldürüldüğünde seni de artık hep bu acıyla tarif edecektim biraz.





Sana Uzun Tüfek de derler. Bu eski çakaralmaz da, Ken Parker ismi gibi dedenden kalma zaten. Tina’ya, ‘geleneklerine bağlı bir aileyiz,’ dediğinde gülümsemiştim; seni bir anne ve babanın çocuğu olarak düşünmek tuhaf geliyordu. Sanki hep yapayalnızdın. O zamanlar bile hızlı at, hızlı silah hayat kalmanın belki de tek yoluyken, sen tüfeğini sakince doldurur, hedefine yöneltir, hiç şaşmaz, vururdun. Senin için önemli olan hep insanın kendisi, kendi değerleriydi. Silahını bile seni oluşturan, varoluşunun, tarihinin bir parçası gibi gördüğün için severdin. Senin olmak ne güzel bir şey Ken.




Ben, insanın çölde tek başına giderken, Kızılderililer ve beyazlar arasında politik bir mücadelede tavır alırken, bir kadınla uyurken, orduda koğuşta arkadaşlarıyla bir konuyu tartışırken, bir çocukla oynarken bile içindeki iyilik ibresinin hiç şaşmadığını sende gördüm Ken. Önyargısızsın, Kızılderili, beyaz ya da zenci fark etmez, kimseyi sınıflandırmaz, iyiliğin ve kötülüğün çok bireysel olduğunu bilirsin sen. Seni bunlar yüzünden daha sonra seveceğim, ama ilk kez berberin aynasında sana bakarken kalbim çarpmıştı benim.







Tıpkı, Mine Town’un barında gördüğü anda senden hoşlanan, Tina gibi. Öyle masum, öyle doğrudan, öyle nezaket dolusun ki, fahişe olan Tina bile seninle flört ederken bir yeniyetme gibi utanmıştı. Bir itirafta bulunayım şimdi, siz Tina ile yataktayken size bakamamıştım. Aranızdaki konuşmanın, sevginin öyle mahrem, öyle özel bir hali vardı ki, üstünüze bir perde gerer gibi kapatmıştım sayfayı.

Seni annesiz babasız sanmıştım ya Ken, onlarla tanışmak nasıl sürpriz oldu anlatamam. Wyoming’e, eve dönerken sanki biraz daha genç, daha kaygısız, daha neşeliydin. Canım! Annen, sevdiğin gibi çilekli tart yapmıştı. Ah Ken, küçük bir oğlan çocuğu gibi çilekli tart seviyorsun demek! Kardeşin elmalı tart seviyormuş, annen konuyu açar açmaz pişman oldu, ama sen yine onun ölümünden kendini suçlamaya başlamıştın bile.


Ben senin giysilerini de seviyorum. Uzun gömleğinin üstüne taktığın kemeri, dar pantolonunu, uzun çizmelerini, şapkanı… Ama Washington’a Kızılderililer’e yapılan haksızlığı durdurmak için gittiğinde tren istasyonundaki kadın seni görünce nasıl bayılmıştı!:) Ah, Ken, buralarda medeniyetin, centilmenliğin ölçüsü böyle şeyler. Ben, parlamentoya gittiğinde senin yerine biraz tedirgin olmuştum; o adamlar sivri dilleri, kurt zekaları ile seni üzerler diye. Onlar, kiralık katil tutarlar, kendi çıkarlarını Tanrı’nın adaleti diye yuttururlar, yüzüne gülüp arkandan bıçaklarlar diye, sevgilim. Ama sen, çirkinliklerine daha fazla dayanamadığın senatörlerin suratlarına, ‘eğer bu ülkeyi sizler temsil ediyorsanız, Amerikalı olmaktan utanıyorum!’ diye bağırdığında, nasıl mutlu oldum, anlatamam.

Ken, biliyorum ki sen böyle parlak sözcüklerle yapılan övgülerden, sevgi gösterilerinden hiç hoşlanmazsın. Burada kesiyorum şimdilik, sonra yine, buradan yazarım sana.

Her zaman senin Lusinin.

Bilmece: Çok sevdiğimiz Ken Parker’ın çizerini ve yazarını soruyorum. Hadi!


***
Erhan Bey için...


























Atilla'ya...




5 yorum:

erhaNBey dedi ki...

lusin beni çok şaşırtıyorsun.

bir kurgu karakter olabileceğini düşüneye başlayacağım artık.

yazan berardi, çizen milazzo. (bi kaç başka çizeri saymazsak.)

lusin dedi ki...

sevgili, çok kıymetli erhan bey,
yorumunuzu sonra yayınlayacağım. istiyorum ki, birkaç katılım daha olsun.

ken parker bilmecesine katılacağınızı adım gibi biliyordum. bu yazı neredeyse size yapılan bir davetti, katılmanız için. beni bekletmediniz, çok teşekkür ederim.

sizin ken parker'ı sevdiğinizi biliyordum. zamanında sizi yeterince tanımamış bir okurunuz size ken parker'ı tanıtan bir yorum bırakınca, "ben ken parker'a aşığım" demiştiniz. bunu okuyunca nasıl sevindim, anlatamam. ken parker'ı seviyor olmakla, beni şaşırtmadınız. burada insanları, sevip, kolladıkları şeylerden tanıyabiliyoruz. ve bir bloggerı tanımlarken "ken parker'ı sever," demek övgü dolu da bir şey aynı zamanda. çünkü siz ken parker'ı sevmekle nasıl bir insan olduğunuzu bir şekilde tarif etmiş oluyorsunuz. size ken parker'ı sevmek çok yakışıyor, onu diyeyim ben.

sizin ken parker'ı sevmeniz, benim sevmemden daha dikkate değer bir şey. sizin çizgiyle ilişkiniz daha doğrudan, daha samimi. ken parker'ı tanımlayan, adalet, eşitlik, insanca yaşama hakkı, sınıflar arası ayrıcalıkları yok etme isteği, ırkçılığa, militarizme karşı koyuş, herkes için hukuk, vs gibi gerçek bir solcuda da olması gereken nitelikler benden çok size yakışıyor. sizin tavrınız daha kararlı, daha güçlü, daha içten. bense, evet yatkınım ken parker'ı bu nedenlerle sevmeye ama, kadın olmak işin içine başka şeyler de katıyor. mesela tutup ken parker'a aşk mektubu yazıyor, işi bulandırıyorum. hangi erkek druuna'ya aşk mektubu yazar!(druuna başka bir vak'a, onu buraya karıştırmayalım şimdi.)

ben, dünyayı seyrediyorum erhan bey. seyredip, dilimin döndüğünce, beceriksizce anlatıyorum. işim gücüm, bu.

kurgusal bir karakter olduğumdan şüphelendiğinizi yazmışsınız. tümden kurguyum ben hayatta. hayattaki varlığımın gerçekliği şimdi size bunları yazan benim için bile öyle şüpheli ki. bazen tepemden bir çekiç ile çakmak istiyorum kendimi şu dünyaya, birazcık, birazcık gerçeklik duygusu için. kendi varlığım bile bana böyle hayaletimsi geldikten sonra, kurgu olup olmadığım konusunda şüphelenmeniz çok doğal.

bunlar kasvetli sözler ve burada hiç olmasın; eğlenmeye bakalım istiyorum. yorumunuzu okuyunca beni gülümseten, tahmin ettiğim gibi ken parker'ı görünce sevinmeniz, benim ken parker sevgimle şaşırmanız oldu.

çok sevindim geldiğiniz, yorum bıraktığınız için.

içten sevgilerimle.

Günlerin Tortusu dedi ki...

Giancarlo Berardi yazar, Ivo Milazzo çizer.

Lusin ve Erhan Bey okur, bir de Ali Işıngör elbet ;)

selamlar,

lusin dedi ki...

atilla,
kısa ama acısız. doğru bir yanıt bu.

bak gördün mü, ben de kısacık konuşmaya başladım. bugün böyle. size bir bilmece yazdım. hernedense epey zorlandım bu sefer. bakalım beğenecek misin?

lusin dedi ki...

erhan bey ve atilla, size bir hediye düşüneceğim. bekleyin azıcık, olmaz mı?

bu arada torkunç, vukuat yok, iyisin değil mi? ve duman gözlerim yollarda kaldı, bekliyorum, gelmiyorsun. neo, bu bilmeceyi çözecek, biliyorum. halid sweeney todd'u sorsaydım belki gelirdin, ama küstüm ben sana galiba. evet,, içimde küslük var nedense. pusarık yanıtı biliyor, şifreyi doğru yazarsa buraya da ulaşacak.

şenay içinse truman capote'u bekleyeceğiz.

hadi bakalım.