14 Nisan 2010 Çarşamba

yeraltından şiir çıktı

bir sey kalmaz geride, hiç bir şey. hiçiz biz.
biraz güneşte, biraz havada geciktiririz
üzerimize çöken solunamaz karanlığı,
küçük düşürülen, dayatma altındaki yeryüzünü.
üreyen, ertelenmiş cesetler,
kararlaştırılmış yasalar, görülmüş heykeller,
bitirilmiş methiyeler...
her bir şeyin kendi mezarı vardır.bizlerin,
bildik bir güneşin kan bağışladığı etin akşamı
oluyorsa
onların neden olmasın
öyküyüz biz,öyküler anlatan, başka hiç

bu okuduğunuz ve diğer fernando pessoa şiirlerini danca'ya çeviren bir şair çevirmen var. bir akşamüstü beyoğlu şarapevi'nde birer kadeh şarap içip laflarken, "danimarkalılar'ın belirgin bir mizah anlayışı var. şiirlerinizde en çok bu mizah duygusunu seviyorum," dedim. şairlerle bir tek onların şair olduklarını unutarak konuşabilirim aslında. çünkü şiir öyle doğaötesi öyle usdışı öyle ruhani bir şeydir ki, her iyi şiiri bir kutsal kitap metni ile karşılaşmış gibi vecd halinde okuyorum ve iyi şiirlerin şairleri insanda bir hayalkırıklığı yaratmak için birebirdir.

ama o akşam yapamadığım bir şeydi bu çünkü bu şairle şu konuda anlaşıyorduk: "bir şiiri anlamak, o şiiri yazanla aramızda belli bir uzaklık gerektirir, böylece şiirdeki doğaötesi öğe, genel, soyut bir düzeyde algılanabilir." eğer bir insanla uzaklık konusunda anlaşmışsan o mesafenin rahatlığıyla konuşabiliyorsun da. benim yukarıdaki iltifatıma nedense acıklı acıklı gülümseyip, bu cümlem kadar röportaj serinliğinde yanıt verdi. "eh, shakespear'deki ya da sizin yunus emre'deki mizah boyutundan daha derin değil bendeki mizah anlayışı." " ama," dedim, " şiirlerinizde yaşadığınız ülkenin kültürel, siyasal, coğrafi etkileri vardır muhakkak." "şiir konusuna böyle toptancı bir anlayışla yaklaşamazsınız," dedi. bir kadeh daha şarap isteyip istememekte tereddüt etmesi beni biraz üzdü; çünkü sığ sorularımla onu sıktığımı düşünüyordum. bekledim. neyse ki kadehi kaldıtrarak, uzaktaki garsona bir kadeh daha istediğini bildir de rahat bir nefes aldım. "bir ozanın neye inanıp neye inanmadığı, iyi bir şiirinin sadece bir bölümüdür. bir ozanın kendini anlatması güçtür. kendisi ve şiiri hakkında bilgisi çok azdır; şiire dönüşen özdeği çözümleyip aydınlatamaz -bunu yapabilse, yazmayı sürdüremezdi zaten." "anlıyorum," dedim, "şiirinizin anlaşılmasını dilemekten başka çareniz yok o halde." gelen kadehini kaldırıp, sevimli sevimli gülerek, "iyi okurlara gönül burcumuz büyük," dedi. ben de kadehimi kaldırıp, "bırakıp gidersen beni şiirinize içelim" dedim.



bırakıp gidersen beni

bırakıp gidersen beni deli olurum
dama çıkar kurşun sıkarım yoldan geçenlere..
bırakıp gidersen beni jimi hendrix plağını pikaba koyar
hep aynı parçayı çalarım ölünceye kadar
bırakıp gidersen beni on kasa viski getirip kafayı çeker
evin girişinde bekler nara atarım
bırakıp gidersen beni tutar çocukluğunda oynadığın bebeği
kılım kıpırdamadan elektrik süpürgesinin kordonuyla boğarım .
bırakıp gidersen beni buzluğu en soğuğa ayarlayıp içine girer, uzanır uyku bastırsın diye beklerim
bırakıp gidersen beni rehberde adı olan herkese telefon eder
her seferinde deli gibi gülmeye başlarım
bırakıp gidersen beni bütün giysilerini dolaptan alır
odanın ortasında ateşe veririm
bırakıp gidersen beni şişedeki yoğun nişadır eriğini bir dikişte içer bitiririm
bırakıp gidersen beni aynanın önüne geçer
usturayla suratımı paramparça ederim
bırakıp gidersen beni
oturup gözlerimi duvara diker,
öylece beklerim geri dönmeni..


bilinmez bir bozkırda, içinde rüzgarların uğuldadığı yıkıntıları kalmış bu sarayın bilmece üyesi, yeraltında bir ölünün düşlerinde yaptığı bu söyleşinin şairini biliyorsan, sana şairinden bir şiir var.

4 yorum:

gülçin dedi ki...

bu "BIRAKIP GİDERSEN" şiiri ne kadra da Nil'in bir şarkısına benziyor, fark ettiniz mi?

Mr. Hyde dedi ki...

bırakıp gidersen beni deli olurum
deliyim, evet
dama çıkar kurşun sıkarım yoldan geçenlere..
ve psikopatım
bırakıp gidersen beni jimi hendrix plağını pikaba koyar
pikabım var(dı)
hep aynı parçayı çalarım ölünceye kadar
bunu zamanında çokça yaptım (when the children cry örneğin)
bırakıp gidersen beni on kasa viski getirip kafayı çeker
rakı da olur – bir büyük yeter
evin girişinde bekler nara atarım
rahatsızlık veririm, belki bir de kusarım
bırakıp gidersen beni tutar çocukluğunda oynadığın bebeği
kılım kıpırdamadan elektrik süpürgesinin kordonuyla boğarım .
yakmayı tercih ederim bu bebeği, sigaramı yakabilmek için elbet
bırakıp gidersen beni buzluğu en soğuğa ayarlayıp içine girer, uzanır uyku bastırsın diye beklerim
temmuzda
bırakıp gidersen beni rehberde adı olan herkese telefon eder
rehberimin sayfalarını paramparça etmeye başladım, tek sayfa kalsın diye sadece
her seferinde deli gibi gülmeye başlarım
kendime
bırakıp gidersen beni bütün giysilerini dolaptan alır
odanın ortasında ateşe veririm
son giydiğin bluz hariç, kokun sinmiş
bırakıp gidersen beni şişedeki yoğun nişadır eriğini bir dikişte içer bitiririm
içerim
bırakıp gidersen beni aynanın önüne geçer
konuşmaya başlarım kendimle, Pavese’nin yalnızlığını gidermek için
usturayla suratımı paramparça ederim
traş olduğumu farzedin
bırakıp gidersen beni
oturup gözlerimi duvara diker,
öylece beklerim geri dönmeni..

---

bir şiiri anlamak, o şiiri yazanla aramızda belli bir uzaklık gerektirir

Lusin, Peter Poulsen'e mi daha yakınsın, Stevenson'a mı daha uzak?

lusin dedi ki...

"Lusin, Peter Poulsen'e mi daha yakınsın, Stevenson'a mı daha uzak?"

hepsi benim mr hyde, parçalandıkça da çoğalıyorum... moleküllerime kadar parçalanıyorum... her birinden bir başka ben çıkıyor ortaya... kendimi toparlayamıyorum... küçücük bir bütün olmak oysa topu topu istediğim... olmuyor, bırakıp gidiyorum her seferinde... gidiyorum, çünkü her yolculukla insan bir mıknatıs gibi kendini topluyor ve her yolculuk bu nedenle insanda bir bütün olduğu yanılsaması yaratıyor... tanıdığım her yeni insanın bakışlarında olan ilk izlenimin bağımlısıyım... sonrası zaten paramparça.

hoşgeldiniz mr hyde ve evet bildiniz! armağanınızı sonra vereceğim lakin.

lusin dedi ki...

gülçin,
fark etmemiştim. şu an, şu dakika hayatta en son yapmak istediğim şey nil karaibrahimgil ve peter poulsen arasında bağlantı kurmak aslına bakarsanız.

dinleyeceğim bugün şarkıyı. bakalım öyle mi? öyleyse ne yapacağız? nil karaibrahimgil, aslında kendi ölçüsünde fena şarkı sözleri yazmayan biri. yani yazdığı o şarkıdan daha iyisini de yazabilir. beni rahatsız etmez şarkıları. kendisi de biraz fazla şekerli ama olsun.
...
dinledim şimdi şarkıyı. fena değil. duygusu hoş.

sağolun uğradığınız için.