28 Mart 2009 Cumartesi

neşe, insanı karşıt durumlardan korumaz.

Atilla Bey, size gerektiği gibi bir bilmece sormak için, kalktım Yukarı Avusturya’ya, Ohlsdorf’a gittim. Röportaj vermeyi hiç sevmeyen o yazarla konuştum. Çiftlik evinin yakınındaki ormanda dolaşıp durdum cesaretimi toplayabilmek için. Bir ara çiftçi komşusuna gittim, onu soruşturdum. Bana yazarın çok ender dışarı çıktığını, çıkınca da doğrudan kiliseye gittiğini anlattı. “Ne zaman,” diye sordum. “Gece, kimse gitmediği zaman. Açıkça yapmaya cesareti yok. Kiliseyle ilişkisinin olmadığını söylüyor, bu yüzden açıkça gitmek hoşuna gitmiyor herhalde,”dedi. Ayrıca, “Çok çekingen biri. İnsanlardan ürküyor. İşten ve insanlardan ürküyor,” diye ekledi.

Çıkıp dolaşmaya devam ettim. Sonunda çağırdı beni yazar, “Bir katil gibi üzerime geldiğinizi gördüm, ormanın yamacından. Ne kadar zamandır bekliyorsunuz?” diye sordu. “İki saatten beri,” dedim. “İçeri girin. Çay içelim. Elinizdeki kağıt da ne? Çağrı mı, öbür dünya ordusuna çağrı mı?” diye sordu. Çocukluğunda ölümcül ciğer hastası olup, iki yıl sanatoryumda yattıktan sonra ölümü atlatıp yaşamayı becermişti, ama artık son yaklaşıyordu. Bu nedenle, her zaman olduğundan daha ağır konuştu benimle. Ona size soracağım şu bilmeceden hiç bahsetmediğim gibi, onu delice merak ettiğimi de söylemedim. Çünkü, merak duygusunu nedenlerin en ucuzu olarak gördüğünü biliyor, beni kapı dışarı etmesinden korkuyordum.

Elli yaşını çoktan aşmıştı ve ben size soracağım bilmecenin cevabı olan kitabında yazdığı şu satırlardan da ona hiç bahsetmedim: ”Elli yaşımızı geçtikten sonra kendimizi hain ve karaktersiz buluruz, diye düşündüm, bu duruma ne kadar süreyle dayanabileceğimizdir sorun. Birçoğu elli bir yaşındayken öldürür kendini öldürür, diye düşündüm. Birçoğu elliikisinde, ama çoğunlukla elli birinde. Ellibirlerindeyken kendilerini öldürmeleri ya da ellibirlerindeyken doğal ölüm dedikleri ölümle ölmeleri fark etmez, Glenn gibi ölmeleri ya da Wertheimer gibi ölmeleri aynı şeydir. Nedeni, elli yaşındaki birinin elli yaşını geçince duyduğu sınırı aşma utancıdır çoğunlukla. Aslında elli yıl kesinlikle yeterlidir, diye düşündüm. Elliyi geçip yaşamaya, varlığımızı sürdürmeye devam ederek kendimizi bayağılaştırırız. Sınırı aşan korkaklarızdır, diye düşündüm, elliyi geçince kendini iki kez acınacak duruma düşürenler oluruz. Şimdiden o utanmazım, diye düşündüm. Ölüleri kıskandım. Bir an için onlardan, düşünceliliklerinden ötürü nefret ettim.”

Çok huysuz bir adam. Onun gibi, Beckett gibi insanlığın ne gülünç olduğunu yüzümüze yüzümüze söyleyen adamları çok seviyorum. Beni çok güldürüyorlar. Gülmekten karnıma ağrılar giriyor.

Şimdi sizinle tuhaf bir şey de yapacağız. Cevabı bileceğinize neredeyse eminim ve ödülünüz olan müzik aynı zamanda sorunun da bir parçası. Kahramanlarından birinin Glenn Gould’un da olduğu bu kitabı ve yazarını tanıdınız mı?



Glenn Gould - Goldberg Variat - Bach
Not: Cevabı bildiğinizde bu muhteşem röportaj hakkında ayrıntılı olarak konuşuruz.

***

dreamsact, hiç uzun boylu düşünmeden hediyeni seçtim. queen'i sevdiğini bilmekle kalmıyor, onun en damardan şarkısıyla gününü neşelendiriyorum şimdi. ayrıca thomas benhard benden değil, senden sorulur. ve ayrıca tuhaf site mi arıyorsun? kendine bak; geleceğim diyeli ne kadar olmuş, bir haber bile çıkmamış sonra senden. pisliğine, "yarim istanbul'u mesken mi tuttun" şarkısını hediye ederdim sana ama burası evet tuhaf ama şirinlik muskası, tatlı bir yer.




we are the champion - Queen

ve ni, siteniz filan yok. hakkınızda hiç bilgim yok. cake'ten "the distance" yakışır bu halde, diye düşündüm. hazır queen ile de şöyle canlanmışken. hımmm? olmaz mı?


The distance - Cake

12 yorum:

ni dedi ki...

soru sadece atilla bey'e mi? ama ben de yanıtlayabilirim: thomas bernhard. "bitik adam".

dreamsact dedi ki...

Burada nihayet cevabını bildiğim bir soru gördüm, fakat bu kez de soru umuma değil de özellikle birine sorulmuş..

İlginçtir, soruların bir amacı da cevabı bulmaya teşvik etmek olmasına rağmen (en azından aydınlanma öyle buyuruyor), ben burada hep cevabını bildiğim bir soru bekledim nedense, diğer soruların cevabını araştırmaya yeltenmedim. Bildiğim bir soru bekledim.

Tuhaf da değil aslında.. en azından bu blog kadar tuhaf değil diyebilirim.

İlk sorulardan birini, gerçi hemen her soru ilk sorulardan biri kategorisine giriyor ama, tahmin ettim fakat emin olamadığım için söylememiştim, doğru tahmin etmişim.

Kitap ya da yazar değildi, filmdi o tahmin ettiğim..

Aslında daha çok film sorulsa daha da çok bilebilirim.

Dağarcığımda filmden çok kitap vardır lakin bir kareden çok şey okuyabiliyorum galiba.. ya da bir tür deformasyondur bu, kimbilir..

Artık biraz da burada söz konusu olan kitaptan ve yazarından bahsetmek istiyorum -ki en sevdiğim yazarlardandır kendisi- ama bunu nasıl yapmam gerektiğini tam olarak bilemiyorum. Şimdi pat diye söylesem patavatsızlık olabilir..

Makul bir ifade biçimi düşünürken aklıma "en güvenilir yol en eskisidir" sözü geldi. Ben de öyle yaptım.. Dediğiniz gibi, cevaplar bazen sorunun içinde gizlenebiliyorlar ama bazen de kendileri bir soru haline gelebiliyorlar. Zaten aslolan sorular değil midir; cevaplar kimin umrunda..

lusin dedi ki...

çok güzel, beni sevindiren iki cevap geldi. ancak atilla bey'de gelsin istiyorum ki hep birlikte kadeh tokuşturalım. ni ve dreamsact ikinize de ayrı ayrı cevap yazıp, şarkınızı hediye edeceğim. azıcık bekleyin.

Günlerin Tortusu dedi ki...

Bitik Adam - Thomas Bernhard olsa gerek...

Bayan Lusin,

Kitabı okumadım. Verdiğiniz izlerden internet üzerinde bir araştırma yaptım.

Kitabı okuma listeme ekledim ama ;)

Selamlar,

lusin dedi ki...

çok güzel oldu bu. ama acil ve uzun sürecek bir işim var şimdi de. hediye şarkılar için sabrınızı biraz daha çağırın bakalım. hem sonrasında nefis bir bilmece geliyor. öyle ki, sonunda tarot kartları açılıp yazgınız bir bir okunacak. buna değer, değil mi? hadi bekleyin, lütfen.

lusin dedi ki...

dayanamdım sizi bekletmeye, hediyeleri filan dağıttım gitti. siz şarkınızı dinleyin ve ben bu arada, yeni bilmecenizi de sorayım. sonra iş güçle başımı ağrıtmaya başlayabilirim gönül rahatlığıyla.

Günlerin Tortusu dedi ki...

Dreamsact,

Hayat ne garip, vapurlar falan...

Fox TV'de Mahşer-i Cümbüş'ü izlerken duyduğum bu tümce, sonraki birkaç gün dilime dolanmıştı. Şiirselliği -bir İstanbullu olarak- beni etkilemeye devam ediyor.

Blogunuzun başlığında görünce yazmadan edemedim,

Selamlar,

lusin dedi ki...

atilla bey, ben de sizi sık boğaz ettiğimi düşünüp, bir daha uğramazsınız diye üzülüp, kafamdan tilkiler dolaştırıp sizi buraya davet etmenin yollarını arıyordum yeniden. ne güzel oldu gelmeniz. hımm... demek, vapurlar filan oradan ha, iyi oldu öğrendiğimiz.

siz şimdi yukarıdaki bilmeceye de bir el atın bakalım.

mektubunuza geleceğim sonra, ama sorunuza nasıl cevap vereceğimi hiç bilemiyorum. bende, dürüst soruya dürüst cevap gibi bir ilke var ama bu sefer korkarım lafı dolandırıp hayatınızdan bezdireceğim. beni bağışlayın, olmaz mı?

dreamsact dedi ki...

Durun bir dakika.. yok öyle bir şey Atilla bey. Size o sözün kısa tarhini izah edeyim, böylece -bilmiyor olmasına şaşırdığım- sevgili Lusin de öğrensin (ya da hatırlasın).

O söz çok daha eskiye, 90'ların sonuna uzanır. O zamanlar ne mahşer vardı ne de cümbüş. İnsanların ekserisi bu sözü Cenk-Erdem ikilisine mal ederler. Zira, sanırım iki bindi, gösterilerinde geçerdi bu, biraz farklı bir şekilde; "hayat ne tuhaf... vapurlar filan..." diye. Lakin işin aslı bu da değil. Bu söz '99 yılında, şimdilerde olmayan fakat o dönem oldukça popüler olan bir internet platformunda, üç kişi arasında (ki biri bendenizdir) doğaçlama olarak ("hayat çok garip, vapurlar felan" şeklinde) üretilmiş, ardından bu üç kişinin söz konusu platformda sıklıkla kullanmasıyla umuma yaylmış daha sonra Cenk-Erdem ikilisinin gösterilerinde karşımıza çıkmıştır. Sürecin özeti budur efendim.. ve sizde uyandırdığı hissiyata paralel olarak, doğuşunda İstanbul'un payı büyüktür.. Söz olarak doğuşunun ardından yıllar sonra -belki beden olamamıştır- lakin bir olgu olup tarafımdan yaşanmıştır bu söz/hâl.

Ve sevgili Lusin; "yarim İstanbul'u mesken mi tuttun"u tercih ederdim, seve seve.. Gidip Queen'in en az sevdiğim şarkısını seçmişsin, körün taşı gibi.. :) Blog meselesinde ise neler yaşadığımı bilahare anlatacağım. Hele bir yazmaya başlayabileyim tekrardan..

Bu arada hayatımda ilk kez akrostiş yaptım onu da kimse farketmedi yahu..

lusin dedi ki...

dreamsact, ben şu vapurlar felan meselesini atlamışım yahu. onun için pardon.

ve aaa... ben akrostiş'i atlamışım. ne kadar ayıp etmişim. oyunbaz olduğunu söyleyen bana da bakın, ne aptalca. öyle kızdım ki kendime. beni bağışlaman için sana buzlukta dondurulmuş halley üstüne top top dondurma ısmarlıyorum;) ve yukarıda senin için de tarot açacağım.

Günlerin Tortusu dedi ki...

Sevgili Dreamsact,

Ben ilk duyduğum yeri söyledim. Hatta olay şöyle gelişiyor. Bu mahşer ve de cümbüş grubu, 5-6 tane bu şekilde notu ceplerine koyuyorlar ve yöneticinin komutuyla, söyledikleri sözün arasında bu notları okuyup doğaçlamaya devam ediyorlar.

"Hayat ne garip, vapurlar falan" o okunan notlardan biri olarak karşıma çıkmış ve beni oldukça hüzünlendirmişti.

Bilgi için teşekkür ediyorum ve yok, mahşer ve cümbüş grubuna zaten atfetmemiştim bu sözü.

selamlar,

lusin dedi ki...

tarot açacağım demişim, açmamışım. çırpınıyorum ve evet gözünüzün önünde batıyorum. hem de bir çehov kahramanı gibi kendi kendime beceriyorum bunu. açacağım, söz.