Mazlumların tanrısı dilsizdir
Artık bizim kral ve kraliçemiz değil Ferdinand ve de İsabel. Yurdumuz değil İspanya. Engizisyon başladı. Evlerimizden bohçalarımızla, valizlerimizle koşarak çıkıp arkada bıraktığımız bu ülkede engizisyon ateşleri alev alev. Annemle babamı da aldı bu ateş... “Çünkü bizim kendi Tanrımız var.” Böyle dedi babam. Ve onların Tanrısı İspanya’nın katolik olmasına karar verdi. 13 yaşındayım ve ölmeye götürülürken annem, söz verdim ona; hayatta kalacağım. Bu, hayatta kalanın öyküsü.
Son hamursuz bayramında evlerde toplanıp geç saatlere kadar şunu konuştu büyüklerimiz: Nereye gideceğiz?
Juan…Lavtanı çal, kederli olmasın şarkın n’olur
2 Ağustos 1492 tarihinde güneş Palos limanına doğuyor. Hastalıklı, durgun, sıcak hava denizin üstünde buğulanıyor. Sessiz ve uykulu gökyüzünden aşağıya kaydırırsanız gözlerinizi, önce limandaki koca gemiyi, zır deli Kristof Kolomb’un Hindistan’a yeni bir yol bulmak için kullanacağı gemiyi görürsünüz. Ve onca kalabalık limandaki gürültü, İspanya adliyesinin aradığı bir yığın suçlunun çalışacağı bu gemiden çıkmaktadır sadece. Limandaki diğer üç küçük gemiye doluşan 250 bin yahudi sessiz, ama kımıltılı, ürpertili…
Çünkü ülkemizi terk etmek için verilen dört aylık süreyi iki gün aştık.
İşte, Kolomb’un kocaman gemisi limandan çıkıyor ve bizim küçük teknelerimiz derin dalgalar üzerinde sarsılırken korkuyla tutunacak bir yer arıyorum. Elimden çekip beni dizinin dibine oturtan Juan’la böyle tanıştım. 20 yaşlarında ve şakacı bir yüzü var. Burada salt acı varken, korku dolu gözlerime sıcak bir gülümseme ile bakıp, omuzumu sıkıyor ve ben o anda, işte o anda anlıyorum hayatta kalacağımı. Ne arkaya, terkettiğimiz kıyıcı alevleri yükselen ülkemize bakabiliyorum ne de kuşku dolu ufka. Juan… Ceplerinde taşıdığı, uçlarının sivri olduğu belli aletlerin ahşap sapları dışarı taşıyor ve bazen yüzünü buruşuruyor. “Acıtıyor mu?” diye soruyorum. “Acı iyidir bazen,” diyor, parmağıyla burnuma şöyle bir dokunup,“ölmediğini gösterir, değil mi?” diye ekliyor. Gülüyorum… Kucağında beze sarılı şeye dokunup, “nedir bu?” diye soruyorum. Biraz duruyor, sonra beni oyalmak ister gibi açıp gösteriyor.
“Aa lavta bu! Lavta mı çalıyorsun!?”
Gülüyor. “Çalarım biraz, ama ben lavtacıyım, lavta yaparım asıl, diyor.”
Bir balad çalmaya başladığında limandan çoktan çıkmış batıya gidiyoruz. Portekiz kralına adam başına bir duka verdik çünkü ve altı ay orada nefes alabileceğiz.
“Ona güvenebilir miyiz?” Bakışlarını çeviriyor büyükler ve anlıyorum, başka çaremiz yok.
Bu kaç kapılı cehennem?
İspanya’dan daha karanlık, daha kanlı Portekiz. Yabancıyız ve yabancıları sevmiyorlar. Altı ay geçti ve umut ediyoruz ki Portekiz Kralı bizi unutsun. Yaşlı bir kadın ve küçük torunuyla yaşadığım kulübede yanan ocağın başında sökük dikerken, sokaktan tedirgin ayak sesleri duyuluyor. Tahta kapımız gürültüyle çalınırken, İgnaz Nine’yle korkuyla bakışıyoruz. Kapıya doğru giderken, “Roza, sen dur,” diyor, gidip kapıyı aralıyor. Onun arkasından korkuyla aralık kapıya bakıyorum. Juan bu! Fısıltılı ama kesin, “Kaçmamız lazım. Süre bitti. Kıyım başladı. Bulduklarını öldürüyorlar. Yarın sabaha karşı limandan yola çıkıyoruz,” diyor. Başını kederle eğen İgnaz Nine’nin arkasındaki beni farkediyor Juan. “Korkma… korkmayın, kurtulacağız.”
Telaşla ayrılıp, Mart ayazında, daracık sokakta, çamurlara bata çıka başka bir evin kapısına doğru karanlıkta kayboluyor.
not: temel tarihi olaylar ve juan leonardo martinengo karakteri gerçek; hikayedeki olayların çoğu ve diğer karakterlerin hepsi uydurmadır.
9 yorum:
bu sefer bir soru yok sanırım, size hoşgheldiniz demek için fırsat arıyorum ama bu son birkaç soru için hazırda cevabım yoktu, cevapları bulmak için gayretim de yetmedi :/
benim çekingen 'merhaba'larıma alışıksınız artık, umarım geç kaldığına suçlanmış mahcup 'hoşgeldin'imi yadırgamazsınız :)
(bu arada seçtiğiniz müziklerin hikayeyle ve fotoğraflarla uyumu harika)
lizbon'un son kabalacısı'nı okumuş muydun lusin? yazdıklarını okuyunca o kitap aklıma geldi, yıllar önce okumuş, çok beğenmiş, etkilenmiştim. sonra istanbul'daki sefaradlarla ilgili bir belgesel izlemiştim, orada anlatılmıştı, yahudi aileler ispanyadan ayrılırken yanlarına evlerinin anahtarlarını almışlar, belki bir gün döneriz zayıf ümidi ile ve bazı aileler o anahtarları kuşaktan kuşağa aktararak saklamışlar. ve son olarak da ispanya seyahatinde gittiğim toledo'daki müzeye dönüştürülen sinagog geldi aklıma, kocaman ve boştu, şık bir müzeye dönüştürmüş ispanyollar, "burda eskiden yahudiler yaşardı, ne de güzel, zengin kültürleri vardı" diye ama o boşluk hala oradaydı işte.
yine ne güzel yazmışsın...
pusarık! hoşgeldin! nasılsın!
ünlemler seni görmekten duyduğum taşkın sevinci ifade edebiliyordur umarım:) ben, sen ortadan kayboldun sandım. seni derhal bilmece kulübü listesine yerleştiriyorum.
"rahat" pusarık, bu sefer bilmece filan yoktu, serbest takıldık.
pekiii, arayı soğutma, görüşürüz.
"lizbon'un son kabalacısı'nı okumuş muydun lusin? yazdıklarını okuyunca o kitap aklıma geldi, yıllar önce okumuş, çok beğenmiş, etkilenmiştim."
cık... okumadım:(
"sonra istanbul'daki sefaradlarla ilgili bir belgesel izlemiştim, orada anlatılmıştı, yahudi aileler ispanyadan ayrılırken yanlarına evlerinin anahtarlarını almışlar, belki bir gün döneriz zayıf ümidi ile ve bazı aileler o anahtarları kuşaktan kuşağa aktararak saklamışlar."
ı-ıh izlemedim:(
"ve son olarak da ispanya seyahatinde gittiğim toledo'daki müzeye dönüştürülen sinagog geldi aklıma, kocaman ve boştu, şık bir müzeye dönüştürmüş ispanyollar, "burda eskiden yahudiler yaşardı, ne de güzel, zengin kültürleri vardı" diye ama o boşluk hala oradaydı işte."
ben gitmedim ispanya'ya:(
"yine ne güzel yazmışsın..."
işte şimdi konuşmaya başladın, neo:)bu hikayede beni en çok etkileyen o liman görüntüsü. aklımdam çıkaramadım. çok güzel yazmak istedim, olmadı. bu kadarla idare edeceğiz artık. maalesef, kavuniçi konusunda böyle uzun bir maceraya atıldım. pek hevesim yok, ama deneyeceğiz. sanırım africa'ya gideceğiz bundan sonra juan'ın peşinden. bakalım küçük roza, ergenlik dönemini geçirirken juan'a aşık olacak mı? ben istiyorum ki olsunlar. yeter artık bu kadar şiddet!
öpüyorum, kucaklıyorum...
özledim seni desem inanır mısın?
ooov, kimler gelmiş, kimler gelmiş! niye inanmayayım torkunç, özlemişsindir elbet korkunç,
kutlayalım bunu, içelim punç!
neler yaptın bakalım? her şeyi bir bir anlat.
bunları sen mi yazdın lusin? çok güzeller.
ben yazdim. begendiyseniz, yazmaya devam ederim.
Yazar cok tesekkurler...
Selamlar Burcu
Yorum Gönder