30 Nisan 2009 Perşembe

tatlım, bakar mısın?

Meslekleri, doktorluk, avukatlık, diş hekimliği, mühendislik, bilgisayar programcılığı vs. olan uzak dostlarım, işimin çok sıkıcı olduğunu düşünür, bir araya geldiğimiz düğün, cenaze,
geleneksel okul şenlikleri gibi ender toplantılarda işim nedeniyle tatsız olduğunu düşündükleri hayatımı ima ederek bayağı şakalar yaparlar. Onların bu şakalarına gülümseyerek sessizce onay veririm. Satıcıyım. Mutfak dolapları, masaları satarım. İşimi iyi yaparım ve yaparken çok eğlenirim. İşin doğrusu, mutfağa tercih edeceğim başka bir mekan da yok dünyada.

Kimsenin bilmediği, gelip gitmediği, neredeyse gizli bir adreste, alabildiğine az eşyalı bir evde yalnız yaşarım. Bununla birlikte zihnim, birlikte yaşamanın formlarını deneyen, daha kapıdan girdiklerinde aralarındaki ilişki üstüne kafa patlattığım müşterilerimin özel hayatlarıyla dopdoludur. Özel hayat dedim ama, inanmam bir hayatın başkalarının bilemeyeceği özellikler taşıyacağına. Bunca edebiyattan sonra artık ilkliği ile şaşırtan “özel” hayatlar kalmadı. Velev ki bu özellik meselesi kimsenin müdahale etmesini istemediğin bir alana işaret etsin. Özel hayatın kör ve sağır olmanı ve olabildiğince uzak mesafede bulunmanı bekleyen haline de, korkarım ki hiç saygı duymam. Müşterilerime çok soru sorarım ve bazen alakasız buldukları sorularla onları şaşırtırım. Zamanla sorularıma alışırlar ve bana anlatmayı severler. İlgiyle dinlerim ve bu konuşmanın çok anlamı olduğunu ve hiçbir yargılayıcı eleştiri taşımadığını hissettiririm. Ben aseksüelim. İnsanların cinsel tercihleri yüzlerine yansır. Aseksüel olmak, kadın ve erkek cinselliği hakkında bilgisiz ya da umursamaz olmayı gerektirmez. Bilakis, kadının da erkeğin de cinselliğine eşit mesafede dururum ve kendimi o bedende ki bir insanın cinsel ruhu ile donatabilirim. Onlarla konuşurken beni yansız, önyargısız, anlama isteği ile dolu biri olarak görmelerinin nedeni budur büyük olasılıkla.



İşimin konusu, beslenmenin mekanı olan mutfak aynı zamanda, gastronomiden erotizme geçiş imkanı veren, dolayısıyla ruhumuzun en müstehcen bastırılmış sorunlarının bas bas bağırmak için çırpındığı bir mekandır da. Kapıdan giren ilgiye değer bir çift gördüğüm anda kendimi karakter koleksiyoncusu tanrı gibi hissederim. Onlara önereceğim, işlerini görecek bir mutfaktır olup olacağı, ama ben tercih ettikleri mutfaktan yatak odalarına girmiş olurum. Yaptığımı, gizlice gözetlemenin çirkinliği ile değil de gizlice anlamanın güzelliği ile değerlendirin, lütfen. Mutfak işi, neredeyse bir psikanalistle birlikte çalışmayı gerektirecek kadar karmaşıktır ve ben işimi iyi yaparım.


Mutfağın ve yatak odasının iç içe geçmişliğine ilişkin fikrim, farkındayım ki çok yaratıcı değil. İnsanlığın besinsel ve cinsel tarihi, karşılaştırmalarla dolu: Diyonizyak günahlar, Petroinus şölenleri, Rabelias vari alemler, cinsellikle beslenmeyi birbirinden ayrılmaz şekilde bir arada hatırlatır. Geçenlerde müşterime, alması için önerdiğim masanın, postacı kapıyı iki kere çalar filmindeki masanın benzeri olduğunu söylediğimde, Jessica Lange’in yaşadığı gibi bir sevişme için çok sevdiği kocasını öldürebileceğini söyledi. Yemekle pek arasının olmadığı her halinden anlaşılan kocasına baktığımda gastronomi düşmanı Jean-Jacque Rousseau’yu görür gibi olup, gülümsedim. Mutfağın bir cinsel mekan olarak kullanılması konusunda, vakitlerinin çoğunu mutfakta geçiren kadınlarda, mutfağın işlevine daha mesafeli kalmış erkeklere göre daha az eğilim olduğunu söyleyebilirim yine de.




Eskiden mutfak, kokularıyla büyüsünü gösteren bir mekandı, çok güzeldi, kişiseldi. Elimden gelse herkese country tarzı dediğimiz şu ahşap mutfaklardan satarım. Ama artık mutfak toplumsal statüyü belirliyor ve hijyen uğruna sterilizie ediliyor. Mutfağı acilen, kadın ve erkeğin karşılaştığı bir mekana dönüştürmek gerek. İşinin en kutsal ilkesi nedir, diye soracak olsanız, size işte bu cevabı veririm. Üstelik elimden gelse, mutfakta kullanılan şu bilumum mutfak robotlarını, hızlandırıcıları çöpe gönderirim, ki ruhsuz erotik oyuncaklardan bir farkı yok bana kalırsa.


Her ne kadar siz bana Roland Barthes’ın beslenme ve cinsellik itkileri arasındaki farklılıkları gayet net ifade ettiği gibi, “gastronomide ne kendinden geçme, ne esrime, ne de orgazm bulunur ve bir haz alındığında, bu çok şiddetli bir noktada olmaz, bir doruk noktası eksikliği vardır,”diyebilirsiniz. Doğrusu, beslenmenin cinsellik kadar yoğun bir tahriği kışkırtmaya yetmediği açıktır, ama birbirlerine ilişkin itkinin doğasını tahmin ettirdiğini yine de söylerim size. Hatta bazen ileri gidip bazı müşterilerime mutfak satmaktan vazgeçip, Alice Harikalar Diyarında masalında, “asın!asın!” diye emirler yağdıran iskambil kraliçesi gibi “boşanın!boşanın!” diye çığlıklar atmak gelir içimden.



Mesela, bana beş dakika içinde üç hastalığından bahseden kadını dinlerken; sportmen görünüşlü kocasına bakıp, onun “ciddi şeyleri” eve saklamasına rağmen, bağlanmasız ve anlık ilişkiler yaşadığını tahmin etmem zor olmaz. Durumun ahlaki yönü beni hiç ilgilendirmeden (gerçekten pek az ilgilenirim cinselliğin ahlaki yönüyle), aralarındaki büyük cinsellik sorunu yüzündendir, boşanın, demem. Ki bu cinsellik sorununa da adamın küçükken annesini kaçamak yaparken yakalamasının neden olduğu ortaya çıkacaktır araştırırsanız… Mesela, aralarından birisinin doymak bilmez, diğerinin çekinerek ve bağımlı bir şekilde ifade ettiği birleşme ihtiyacının aşk değil yıkım olduğunu gördüğümde de boşanın, derim… Mesela, bir gastronom gibi yemeğe ve inceliklerine düşkün kadının bir beslenme uzmanı gibi yemeği yararlılığı ile tarif eden kocasına olan sıkılmış bakışını farkkettimde de aynı çığlığı atarım… Ya da mesela çiftlerden biri Hobbit tarzı mutfağa diğeri minimalist çizgili diğer mutfağa yöneldiğinde de içimden geçen şey aynı şeydir: Boşanın!



Ama çoğu kez bir orta yol bulmak taraftarıyım. Kadın, kendisine “kurabiyem, şekerparem” gibi isimlerle çağıran kocasına “bazen beni sadece bir yiyecek, ne bileyim, bir dilim biftek gibi gördüğünden şüpheleniyorum” dediğinde, kocası gerçekten şaşırarak, “bunun ne sakıncası var?” diye sordu. Bence de bir sakıncası yoktu. “Eğer dedim, sossuz ise hele, yeterince çıplak ve müstehcen de olabilir.”

Tanıyorsunuz beni artık, bana kızmıyor müşterilerim ve ben toplu halde yemek yeme zevkinin yerini tek başına yenen bir yemek aldığında gerçek bir gastronom olunduğunu bilen biri olarak çiftlerle yaptığım hiçbir sohbette rekabet duygusu yaratmam.

Düşünün, acıkmayan biri kadar sevimsiz ne olabilir? Erdemi sadelikte gören Rousseau gibi acımasızlığı kışkırttığını söylediğiniz etten iğrenip sadece sütle beslenseniz, size Hitler’in vejetaryen olduğunu söylerim. Ya da incecik belli alımlı bir kadınla evlenmeye karar verdiğinizde sofranızda sadece marul yaprakları olacağını… Şehvetle acıkmak, renkli ve zengin bir sofrayla doyuma ulaşmak gibisi yoktur. Bu nedenle evinizin mutfağına geri dönün, derim ben. Bazen mutfaktan hiç çıkmayıp, yiyeceğin cinselliğin yerini tuttuğu da olur ki bu da apayrı bir konu.

Erotizmle beslenme arasındaki ilişki biçimini anlamak için kişilik tipolojileri de çıkarılabilir. Eğlenceli de olur bu.

Ateş tipi, karizmatik bir kişilik olarak sürekli yeni inisiyatifler edinmeyi sever. Aktif ve parlaktır, ama sınırı geçince çekilmez olur. Yatakta: Parolası “hemen”dir; cinsel eylem krizleri tümüyle kayıtsızlık dönemleriyle nöbeti paylaşır. Birden çok ilişkiye eğilimli. Sofrada: Herhangi bir şekilde ve herhangi bir zamanda beslenir. Mutfağa sızar ve ne bulursa tadına bakar. Güçlü tatları ve aşırı besleyici yemekleri sever.


Hava tipi, seçici ve bağımsızdır ve eksiksiz bir hareket özgürlüğüne sahip olmak ister. Parolası, “ her şey görelidir”. Yatakta: Sürekli eş değiştirir. Çok baskılayıcı bir ilişkinin kokusunu aldığında hemen uzaklaşır. Özgürlük aşkıyla, gömlek değiştirir gibi arkadaş değiştirir. Sık sık fırsatçı ve ahlaksız olmakla suçlanır. Sofrada: Ne yediğini bilir. Eğer canınız yeni bir şeyler denemek istiyorsa ya da egzotik bir lokanta arıyorsanız, ona başvurun. Gastronomlar arasında gösterilmeseler bile, yeni tatlar ve cesur karışımlar onu çok ilgilendirir.

Su tipi, tutulamaz, esnek ve değişken bir mizaçtır. Etrafındakilerin mizaçlarını bir sünger gibi çektiğinden, biraz fazla etki altında kalabilirler. Ya da aleyhtarlarının söylediği gibi, “bukalemun gibi” dirler. Yatakta: Sevimli, yumuşak ve eşinin beklentilerini tahmin etmekte oldukça yeteneklidirler. Mükemmel bir sevgili gibi görünmelerinin nedeni budur. Hem kendi keyif almayı hem de karşısındakine keyif vermeyi bilir. Sofrada: Lokantada parolası “ben de seninkinden istiyorum” dur. Uysal ve esnek olduğundan, var olanla memnun olur. Bir yandan da davetliler ve yemekleri ustalıkla uydurabilecek mükemmel bir ev sahibidir. Amacı her şartta ahengi yakalamaktır.

Toprak tipi, uzlaşmaz ama yapıcıdır. Titizliği ve istikrarı iki başlıca özelliğidir. Rasyoneldir ve her zaman nesnel olmaya çalışır, kendini duygulara kaptırmak yerine fiiliyata dayanır. Yatakta: basit maceralar onu pek çekmez, sağlam duygular temelinde çift ilişkileri peşindedir. Onu etkilemek için ne şiir, ne de aşk mektupları gerekir. Çiçek verilmesini sevmez, faydalı nesneleri tercih eder. Hazırlık dönemlerinde çok aktif değildir, buna karşılık uzun ilişkiyi sever. Sofrada: “Sofrada yaşlanılmaz,” diye düşünür. Arkadaş toplantıları varsa, sofrada saatlerce vakit geçirebilir.

evet, eğlenceli gerçekten, ama çok sınırlı.

İşimin doğası hakkında saatlerce konuşabilir; o sıkıcı, gelenekçi, bağnaz arkadaşlarımdan esirgediğim bu konuşmaları sizinle paylaşıp, işimin ne kadar keyifli olduğunu size kanıtlayabilirim. Ama artık bir bilmece sormanın vakti de geldi. Size ne o çok banal dokuzbuçuk hafta filminden ne de şimdi buraya çok yakışacak muhteşem Fellini’nin bir filminden soru soracağım.

Soru bir kitaptan olacak. Küçük kız, olgun yaştaki sevgilisinde şöyle etobur güdüler uyandırır:

“Doğaya karşı tek itirazım, onu eldiven gibi ters çevirip de doymak bilmez ağzımı onun gencecik dölyatağında, sır dolu kalbinde, ciğerlerindeki lacivert salkımlarda, incelikle ikiye ayrılmış böbreklerinde gezdirememek olmuştu.”

Rus asıllı Amerikalı bu ünlü yazarı ve alıntı yaptığım kitabını biliyor musunuz?

***

Hadi sofraya!


Mmm... Atilla için çipura!











Neo için, hayır bezelyeli değil, baklalı enginar.














Duman için Bambi'den tambik döner ısmarlayayım, dedim ama vazgeçtim. O bugün eve dönerken uğrayıp kendisi yiyebilir. Duman için makarna var. Domateslisi daha hoş olurdu ama bunun da ismi hoş: Fıstıklı!










Torkunç için kurufasulye! Olsa da yesek.
(Torkunç yanıtı mektupla bildirdi:)








Halid için vezir kebabı. hem de patlıcanlı. Eğer bu yemekle de gelmeyeceksen Halid artık ne diyeyim, ne yapayım sana?











Bu kahvaltı sofrası da kendim için. Genellikle kahvaltı yapmam, ama kahvaltı sofrasına tercih edeceğim bir sofra da yoktur.

buradaki fotoğraflar, yemeklerine hayran olduğumuz www.portakalagaci.com sitesinin sahibi hatice'den. Çok teşekkür ederim.

9 yorum:

lusin dedi ki...

dönüşüm öyle çabuk oldu ki siz daha kahvelerinizi bile bitirmeden gong sesiyle irkildiniz:)

gördüğünüz gibi ikinci perdeye olabildiğince iç gıcıklayıcı bir konuyla başladım. oyuna katılın. katılmazsanız alıp başımı gidiyorum işte. her seferinde bu kadar çabuk döneceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz.

bir de halid nerelerde merak ediyorum. haliiiiiid... haliiiidddd!

Günlerin Tortusu dedi ki...

Nabokov - Lolita...

uzunu için zaman gerek ;)

lusin dedi ki...

atilla, bu pek fast food oldu?:p sizden şöyle mükellef bir sofra beklediğim de doğru ama ne yapalım, sizi ben telaşlandırdım, gitmekle tehdit ederek. teşekkür ederim. yazıyı beğendiniz mi? bıçak sırtında bir konu, biliyorsunuz. bayağı da olabilir, bilimadamı ciddiyetiyle yazılıp sıkıcı da olabilirdi. güzel olmuş mu?

***
hey, bu yanıtla yetinmiyorum elbette, herkes yazacak, not vereceğim! haliiiiid!

neo dedi ki...

nabokov ve lolita oldugunu bildim fekat ben yazarı sevmekle beraber bu kitabından hoşlanmam. bazı kitaplar öyledir ya, begenirsiniz, takdir edersiniz, hakkını verirsiniz ama sevmek başka bir şey. nabokov'un edebiyat dersleri kitabı vardır, baskısı tükenmiş, orda ünlü klasiklere dair yorumları vardır, ben en cok onu severim nabokov'dan ki fazla da bir şey okumadım (lolita, ada ya da arzu ve sözünü ettiğim edebiya dersleri kitabı). şimdi başka hangi kitapları varmış başka diye ararken nabokov'un "pulkanatlılar (kelebekler) uzmanı" oldugunu öğrendim, -demek iletişim yayınlarından çıkan kitaplarının kapağında o yüzden kelebek var.

mutfaklı, aşklı bilmece yazınız müthiş olmuş efenim :) ben hobbit tarzı mutfak olsun isterim mesela ve biraz öyle sanırım bizimki, bilimum yerlerden sarkan kurutulmuş sebzeler (ha nadiren kullanılıyor o ayrı), irili ufaklı kavanoz ve kutuların artık taşacak hale geldiği baharat rafları (yıldız anason bile var, o derece), çeşit çeşit unlar, tezgahın üzerinde pekmezler, tahinler, nutellalar, reçeller, ballar... daha bir sürü çeşit şey kutularda, kavanozlarda mutfağın her yerindeler, biraz dağınık ama iştah açıcı bir düzeni var. ve şu sözlerin altına imzamı atarım, "şehvetle acıkmak, renkli ve zengin bir sofrayla doyuma ulaşmak gibisi yoktur."

duman dedi ki...

yemeksepeti tipi var birde.

lusin dedi ki...

neo, teşekkür ederim yanıt için. demek nabakov kelebek uzmanıymış! Bilmiyordum. kelebekler beni hüzünlendirir.

ve evet ben de hobit tarzı mutfak severim. bazen de sevmemeyi tercihe derim. şu ünlü yolculullarım için o sıcak,bol yemişli hobit mutfağını terkedip gitmek ne zordur, bilemezsin. dönüşte de en çok mutfağımı özlerim. ama ben senin öyle bir mutfağın olduğunu tahmin ediyordum. hatta senin o mutfakta ufak çaplı büyücülük işi yaptığını bile düşünüyorum:)


mersi, mersi mersiiii,
öpücüklerrrr

lusin dedi ki...

duman? sen misin? Oooo hoşgeldin, tamam tamam sustum, utandırmayayım şimdi seni. evet duman'cığım, var evet öyle tipler de. sen nasıl bulursun yemeksepeti tipini? hımmm... düşününce, müthiş bir özgürlük, bağımsız ve renkli bir dünya izlenimi vermiyor değil. ama insan bileklerini kesebilir, ki o yemeksepetinden öyle bir yalnızlık ve kasvet de dökülüyor sanki. hem hijyen midir, besleyici midir, hiç bilinmez.sana ikea'dan bir adet omlet tavası, bir adet spagetti tenceresi ve kendi züccaciyemden de bir baharat takımı gönderiyorum. artık yemeksepetini aramak filan yok.

:)

torkunc dedi ki...

hmmm..leziz görünüyor; kepçesi bol, aman acısı az olsun! acı yiyince ve asitli bir şey içince hıçkırmaya başlıyorum ki, hıçkıran bir insanın masadaki hali çok komik gelir bana...

ha bir de alkole bulanmış diyafram ile bulanmamışın hıçkırık sesleri farklı gelir kulağıma : hıck ve hık.


Aklımızda bulunsun :) (copy/paste)

√ Hıçkırık-Sebepleri
• Çok fazla yemek yemek.
• Hazımsızlık.
• Acı ve baharatlı gıdalar.
• Çok soğuk veya çok sıcak su içmek.
• Katılırcasına gülmek.
• Alkollü ve kolalı içkiler.
• Diyaframda veya diyaframa giden sinirlerde bir rahatsızlık.
• Nadir olarak "ansefalit" dediğimiz bir beyin hastalığının bu­lunması veya kan kimyasının bozulmasi.

lusin dedi ki...

:))
torkunç demek en büyük endişen hıçkırık tutması, ha? ne var bunda! bak, sana bir sır vereyim, kızlar kusurlu erkekleri sever. hatta yeri gelir, hıçkırık tutmuş bir erkekten daha sevimli bir şey görmez olur gözleri. ama şu sarhoş hıçkırığından bahsetmiyorum. hele bensiz sarhoş olmuş bir erkeğin sarhoş hıçkırıkları için en acılı cezaları vermekten çekinmemek gerek, derim. evet evet, öyle derim.

:)

mersimersi.