14 Ocak 2011 Cuma

7. mühür

1-
onsekizinci filmi olan bir yaz gecesi gülümsemeleri cannes'da gösterilince bir anda tanınan isveçli yönetmen ingmar bergman'ın ünü, ertesi yıl, 1957 yılında cannes'da 7. mühür filminin gösterilmesiyle katlanarak artar, tüm dünyanın ilgilendiği bir yönetmen olur. savaş sonrası yapılan önceki filmlerinde yoğun karamsarlık, umutsuzluk gözlenirken yedinci mühür filmiyle yönetmen, tüm bu bulantılı, karışık huzursuzluk için bir tarif bulmaya çalışıyor gibidir. bu filminde ve sonraki bazı filmlerinde ruhsal, merafizik ögeler nedeniyle kamerasını sık sık gökyüzüne yöneltmesi nedeniyle, günlük sorunlarla uğraşmayı tercih eden, bergman sinemasını küçümseme eğiliminde olan genç isveçli yönetmenlerce, bergman'ın

a) meteoroloji sineması
b) dikey sineması
c) tanrısal sineması
d) metafizik sineması
şeklinde adlandırılmıştır.



2-

7. mühür filmi 14. yüzyıl ortalarında geçer. şövalye antonius block ve silahtarı jöns on yıl süren haçlı seferinden dönmektedirler. yorgun ve bıkkındırlar. anayurtlarında veba salgını vardır. o dönemde vebanın, tanrı'nın günahkar kullarını cezalandırmak için uyguladığı bir cezalandırma yöntemi olduğuna inanılırdı. bu sırada dış ses yuhanna incili'nin 10/7 babından şunları söyler: "ve kuzu 7. mührü açınca göğü bir sessizlik bürüdü. bu yarım saat kadar sürdü ve 7 melek ellerindeki 7 borazanı çalmaya hazırlandılar." incil'in bu sözleri neyi haber vermektedir? (ayrıca bilen biri varsa cehaletimi mazur görerek bana açıklayabilir mi, buradaki kuzudan kasıt isa mı? çünkü yuhanna isa'ya "tanrının kuzusu"diye seslenmektedir hep.)

a) kıyameti
b) isa'nın yeniden doğuşunu
c) doğal felaketlerin süreceğini
d) yeni bir savaşı




3-

siyah pelerini içinde ölüm gelir. antonius block ona satranç oynamayı teklif eder. çünkü zamana ihtiyacı vardır. satranç sürdükçe ölüm canını almayacak, şövalye de kendisi için gerekli olan zamanı kazanmış olacaktır. şövalye niçin zaman istemektedir ölümden?

a) uzun zamandır görmediği sevgilisi dulcinea'yı son bir kez görebilmek için
b) tanrıyı aramak için
c) kuzeni roderick usher ile buluşup, şatonun mahzeninden geldiği sanısı ile huzursuzlaşıp geceleri uykusunu kaçıran o tıkırtıların nedenini sormak için
d) stalker ile buluşup, o gizemli yolculuğa çıkmak ve her şeyin gerçekleştiği zone'a ulaşabilmek için




4-

ve işte bergman'ın en mutlu çifti görünür. hokkabaz jof ve eşi mary. masum, iyimser, neşeli, eğlenceli bir çift. sağlıklı, tatlı bir bebekleri var. onlar sahnedeyken kuşlar cıvıldar. jof öyle saf ve günahsızdır ki metafizik, dinsel figürleri görebilmektedir. sevgili karısı ona inanmaz ve bu hayalleri başkasına anlatmaması için uyarır onu. sahnede ilk göründükleri sabah jof, yine bir hayal görür. kimi?

a) kalenin burçlarında danimarka kralının hayaletini
b)sekiz yaşında bir kız, on yaşında bir erkek çocuk, mürebbiyelerinin elinden tutmuş korkuyla kaçıyorlar, arkalarında da iki hayalet.
c) altın bir taç giymiş kutsal meryem, çocuk isa'nın elinden tutmuş, onu yürütüyor
d) cloak lane evini ve penceresinde de dr dee'yi büyü yaparken

5-

kafasındaki sorunlarla boğuşan bergman, filmlerinde sanki sesli düşünür, bu sorunları enine boyuna konuşup, umutsuzca bir çözüme ulaşmaya çalışır. kendilerine ve tüm varoluşsal sorunlara derinlemesine ama hep kuşkuyla bakan karakterleri, bu sorunları içtenlikle ve şiddetle çözmeye uğraşırlar. 7. mühür’de bergman, tanrı’yı arar, tanrı’nın varlığının işaretlerini görmek ister. nitekim yolculukları sırasında şövalye ve silahtarı bir kiliseye gelir. silahtar, kilisenin duvarına korku dolu bir veba hikayesi çizmekte olan ressamla konuşur. silahtar tanrıtanımazdır, bütün metafizik sorunlar için rasyonel bir yanıtı vardır. bu da onu alaycı, eğlenceye düşkün, yaşama bağlı biri yapmaktadır. mesela, yol boyu şarkı söyler, içki içer, kızlarla eğlenmeyi sevdiğini söyler vs. ressamla konuşurken, on yıl boyunca haçlı seferleri sırasında çektikleri eziyeti anlatır ve der ki; “hepsi tanrı adınaydı. bu sefer öyle anlamsızdı ki ancak bir idealistin planı olabilir.”:)

bu arada bergman’ın babasının lutherci bir papaz olduğunu ve lutheryan kiliselerde bu tür grafik ve ikonaların serbest olduğunu, babası iş başındayken kilisede olan çocuk bergman’ın babasını dinlemek yerine, yaratıcılığını, duvarlardaki bu resimlerle beslediğini söyleyebiliriz. babasından hoşlanmayan bergman’ın filmlerinde papazlar hep olumsuz karakterlerdir. geçelim. silahtar, ressamla içip, sarhoş olup, kendisini tarif eden, eğlenceli bir resim çizerken, şövalye içeriye, acı dolu isa heykelinin altına gider (aynı heykel kuzey ışıkları filminde de yok muydu?). çan çalmaya başlar ve şövalye, demir kafes arkasında pelerinli birini görür, onunla konuşmaya başlar. bu pelerinli kişi kimdir

a) elbette kilisenin rahibi
b) satranç oynadığı ölüm meleği
c) kasabalının dışladığı, şeytanla günaha girdiği söylenen cadı kadın
d) daha önceki sahnede gördüğümüz hokkabazın eşi mary

6-
her bergman filmini izledikten sonra olduğu gibi 7. mühür filminde de senaryoyu enine boyuna okuma isteği uyandıran şu konuşma çok iyidir. bizzat benim, bizim endişelerimizi dillendiriyor gibidir.

şövalye: olabildiğince açık konuşmak istiyorum. ama kalbim boş. bu boşluk, yüzüme tutulan bir ayna gibi kendimi görüyorum. içim korku ve tiksintiyle doluyor. insanlara karşı duyarsızlığımla, kendimi çevremden soyutladım. şimdi bir hayaletler dünyasındayım. rüyalarım ve hayallerimde tutsak kaldım.

ölüm: yine de ölmek istemiyorsun?...


şövalye: hayır… istiyorum.


ölüm: neyi bekliyorsun?


şövalye: bilgi istiyorum.


ölüm: garanti istiyorsun.


şövalye: her neyse… insanın duyularıyla tanrı’yı kavraması o kadar imkansız mı? o neden yarım vaadlerin ve görünmeyen mucizelerin ardına saklansın? kendimize inancımız yoksa, başkasına nasıl inanç duyabiliriz? benim gibi inanmak isteyen, ama yapamayanlara ne olacak?... ya inanmayanlar, inanamayanlar?... içimdeki tanrı’yı neden öldüremiyorum? onu kalbimden atmak istememe rağmen neden alçaltıcı ve acı verici şekilde içimde yaşamaya devam ediyor? neden her şeye rağmen bu şaşırtıcı gerçeklikten kurtulamıyorum?


ben bilgi istiyorum! inanç ya da varsayım değil, bilgi! tanrı’nın elini uzatıp kendini göstermesini ve benimle konuşmasını… karanlıkta ona sesleniyorum, ama sanki hiç kimse yok.


ölüm: belki de kimse yoktur.


şövalye: o halde yaşam korkunç bir şey. her şeyin bir hiç olduğunu bilen biri ölüm karşısında yaşayamaz!.


ölüm: çoğu insan ne ölümün ne yaşamın hiçliğini düşünür.


şövalye: ama bir gün her şeyin sonunda karanlıkla yüzleşmeleri gerekecek…


ölüm: evet. o gün…


şövalye: korkumuzdan bir imge yaratır ve sonra da o imgeye bir tanrı adını veririz.

bu sorumuz bir yorum sorusu ve doğrudan kaçak’a. bergman filmlerine, nihilist meseleler dolayımında bakıp, bizim için yazabilirse, zevkle okuruz.

7-

şövalye ve silahtar civarda dolaşırken bir köye gelirler. silahtar bir eve girer ve orada vebadan ölmüş bir kadını görür. o sırada, yukarıdan gizlice eve birinin girdiğini görür ve kapının arkasına saklanır. adam, ölü soyucudur, ölü kadının yüzüğünü, bileziğini çalar. o sırada silahtar çıkar ve onu tanıdığını söyler; adam ilahiyat fakültesinden biridir, bir din adamıdır. silahtar’a pişkin ve alaycı yanıtlar verir. insanların ve tanrı’nın onları duymadığını söyleyerek inançsızlığını gösterir. İnanç, din adamı olsun ya da olmasın herkesin sorunudur bergman filmlerinde. bizzat din adamının inanç sorunu olduğunu kış ışıkları filmindeki rahip dolayımında da bizzat görürüz zaten. bergman, özellikle din konusuna dışardan, alaycılıkla ve yargılayıcılıkla hiç yaklaşmaz. insan kendisiyle baş başayken inanç konusuna nasıl yaklaşırsa öyle içerden sorgular meseleyi. bergman kamerası kiliseye girer ve tanrı’yı orada arar.bu arada, hırsızın çaldığı gümüş, pahalı bilezik sonunda kimin olacak?

a) hokkabazın karısı mary’nin
b) silahtarın hizmetkarının
c) şeytanla günaha giren kadının
d) maalesef kuyuya düşecek
















8-
kumpanya köye ulaşır; ölümün, karamsarlığın, korkunun ve bu insanların inançlarındaki dehşet saçan tanrı’nın kol gezdiği köye bir anda şenlik gelir. kuş sesleri, müzik, masum bir eğlence… insanların yüzü güler, korkularını unuturlar, çok güzeldir bu sahne. ama bir anda ilahi sesleri, siyah pelerinlerinin kapişonları altında yüzleri gizli din adamları, ellerinde tütsüler… alana gelirler. Ellerinde isa heykelini ve sırtlarında kocaman çarmıhı taşırlar, günahkarlar kırbaçlanır ve alanı bir anda tanrı’nın elçilerinin kasveti, korkutuculuğu doldurur. eğlenen insanlar korku dolu bakışlarla diz çöker, göz yaşı dökerler. Hırsız-rahip insanlarla alay ederek, küçümseyerek, vebayı, ölümü, tanrı’yı ve hepsinin öleceğini hatırlatır.

hırsız-rahip daha sonra handa birisini günah keçisi gibi gösterip onunla hem eğlenir hem kavga eder. kimdir bu?

a) silahtar
b) hokkabaz
c) şövalye
d) ressam

9-

işte yine mutluluk tablosu: hokkabaz jof, karısı mary, misafirleri ile piknik yapar, müzik çalar, neşeyle konuşurlar. şövalye hiç olmadığı kadar huzurludur; “inanç taşıması zor bir yüktür. ne kadar yüksek sesle çağırırsan çağır, karanlıktan sıyrılıp, hiç gelmeyen biri gibi,” der. bergman karakterinin meselesi neyse, obsesif bir şekilde dünyaya hep o mesele dolayımında bakar böyle. mary misafirlerine ikramda bulunur ve hepsi aynı kaptan iştahla yiyip içerler. ne ikram etmiştir mary?

a) kara ekmek ve elma şarabı
b) soğuk et ve bira
c) yaban çileği ve süt
d) cevizli çörek ve çay
















10-

hep birlikte yolculuk ederler. gecede esrarlı bir hava vardır, ay, bulutlar, rüzgar… oysa bunları esrarlı gören ve bakışları doğrultusunda yorumlayan hep insanlardır. aslında tanrı da insanların gördükleriyle onun varlığını ve işaretlerini yorumladıkları bir şeydir bu bağlamda. çünkü tanrıtanımaz silahtar doğayı olduğu gibi görür ve insanların metafizik yaklaşımlarına paralel rasyonel açıklamalar yapar. mesela, karşılarına çıkan cadı yakıcıları, cadı kızı ateşe koyduklarında, “onunla kim ilgilenecek,” diye söylenirler, “melekler mi, şeytan mı, hiçlik mi?” silahtar, “hiçlik efendim,” diye yanıtlar hiç kuşku duymadan.

yolculuk sonunda şövalye’nin şatosuna gelirler. karısı onlara kahvaltı hazırlar ve masada incil’den filmin girişinde duyduğumuz 7 mühür bölümünü okur. ölüm kapıyı çalar ve herkes kendi inancı ölçüsünde ve saygıyla karşılar ölümü.

son sahnede hepsini tepede uzaktan görürüz. Hepsi elele, dansederek ilerlemektedir. bergman bu sahneyi çekmek için teknik yetersizlik içinde olduğunu ve tam da istediği gibi çekemediğini söylemiştir. mutlu ve masum bir tanrı inancı taşıyan, saf hokkabaz ailesinin kurtulmuş olması umut vericidir ve iyi bir son duygusu verir, ama yine de hüzünlü bu sondur bu. ölüm, kafilenin en önünde elinde ne taşıyarak ilerlemektedir?

a) incil
b) çarmıhta isa heykeli
c) tırpan ve kum saati
d) kuru kafa


//


justine, muhteşemsin! soruları boşver, yanıtların şahane. çay içer misin?






3 yorum:

justine dedi ki...

Buraya Peri'nin sitesine yazdığım yorumu kopyalayayım yine, nasıl olsa Lusin uykudan uyanmıyor. Hem ödül filan da palavra:p

Canım Peri,
eline sağlık, çok uğraşmış ve yine harika bir dosya hazırlamışsın.
Bergman'ı çok severim, sadece filmlerini değil, bizatihi kendisini de severim. Dediğin gibi kadını çok iyi anlar ve anlatır Bergman. Bu sinema için önemlidir, bir filmin merkezinde kadın karakterleri bile zor görürken o tüm filmi kadının yapar.

Bergman, Yedinci Mühür için yüreğime gerçekten yakın birkaç filmimden biridir, demiş. Benim en sevdiğim Bergman filmlerinden değil kendisi, fakat yine de çok özel ve önemli.

Filmi güçlü ve enerji dolu bulan Bergman'ın enerjiden kastı, sanırım bazı yönetmenlerin onun sinemasına yakıştırdığı "dikey sineması" adlandırmasıydı:) (metafizik sorunlar göğe yükseltir, evet:p)

İncil'in filmde geçen ve senin de bahsettiğin sözleri, kıyameti haber verirken orada "kuzu" diye adlandırılan kişi elbette İsa'dır. (Deyvo bir agnostik -ciddi değilmiş, ciddi agnostikler nasıl ola ki!- olduğu halde o bile onayladı şekerim:p) İsa'ya bu benzetmeyi Yahya peygamber yapmış ve "bakın, işte dünyanın günahını ortadan kaldıran tanrı kuzusu" diye seslenmiş. Bu benzetme daha Habil ve Kabil zamanına kadar gidiyormuş canım. Habil işlediği günahın (Kabil'in cinayetinden farklı bir günah bu tabii) affedilmesi için kuzu kesip kanını tanrı için akıtmış ve böylelikle bağışlanmış. İsa da çarmıha, kesime giden bir kuzu gibi götürülmüş. Benzetme böyle işte. Daha uzun uzun anlatılır, ayrıca çok keyifli konular bunlar ben severim fakat şimdi burada bitirelim. (Ben Fenikeliler'le ilgili bir seminer hazırlarken sabahlara kadar Kitab-ı Mukaddes okuyordum. Çok keyifli bir okumaydı, seminerden çok uzaklaşmıştım ama hoşuma gitmişti.)

Şövalye, zamanı sadece yaşamına devam etmek için istiyor aslında. Elbette tanrıyı arıyor, çünkü kuşkusu ve inanç kaybı var. Ve son şıkta yazdığın iz sürücü ile buluşup zone'a ulaşma fikri muhteşem, çünkü "zone" sessizlik canım. Tanrının sessizliği. Ve benim en sevdiğim Bergman filmi geliyor burada aklıma; Kış Işığı. (O yazımı okumuş muydun Peri, sever misin Kış Işığı'nı?)

Jof kendisi gibi naif bir rüya görüyor, ki Bergman bu karakterin çocuk Bergman'la alakalı olduğunu belirtiyor. Aynı rüyalar ve endişeler. Rüyada Meryem, çocuk İsa ile yürüyor, ne hoş:)

Şövalye Antonius Block'un (ben çok çok severim Max von Sydow'u) gördüğü pelerinli kişi Bergman'ın ölüm korkusunu güç de olsa yenerek resimlediği "ölüm"dür. Burada ölüm; satranç oynayan, sohbet eden, palyaço görüntülü bir figürdür. Bu bence Bergman için ölüm korkusunu yenmek adına devrimdir.

Altıncı soruyu hemen geçelim, muhatabını belli etmişsin. Oysa nihilist meseleler dolayımında benim yorumum da ilginç olabilirdi ya, neyse, sen kaybettin:p

Hokkabaz karısına zorlu geçen bir gecenin tek kazancı olarak bileziği hediye ediyor elbette. Böylelikle bir sonraki soru da cevaplanmış oluyor seyreden için. Hırsız rahip, hokkabazla dalga geçer ve silahtar sayesinde hokkabaz ondan kurtulur. Rahip canından olur tabii, e, kaşınmıştır:)

Mary misafirlerine yaban çileği ve süt ikram eder, ve orada aklımda kalan en önemli şey yazın kıştan iyi olduğunun vurgulanmasıdır, ne dersin?:) "Yaz kıştan iyidir, çünkü üşümezsin!"

Filmin sonu bence çok güzeldir, ölüm herkesi dans ettirir çünkü. Bu sahne en çok aklımda kalan yeri filmin. Tırpan ve kum saati hem zamanı hem de ölümü vurguladığı için çok uygun ve önemli.

Çok uzadı, filmi bana hatırlattığın ve üzerinde tekrar düşünmeye yönelttiğin için çok sağol canım. Eline ve aklına sağlık. Ayrıca yazıyı okumaya devam ettikçe Kış Işığı’nı seyrettiğini de anladım, güzel bu:)

justine dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
justine dedi ki...

Teşekkürler teşekkürler. Çay en iyi ödüldür elbette.

Ben biraz ağlamaklıydım şimdi, hadi yalan söylemeyeyim, ağlamıştım basbaya. Peri'nin Üç Kadın filminden bahsettiğini gördüm sonra, yüzüm güldü. Çok sevmiştim ben o filmi. Şiir gibidir, büyülü, harika.
Neyse, sevdiğin şeyleri sevdiğin birisi de biliyor, seviyorsa "bir şey" oluyor. Çok sevgi kelimesi doluyor cümlelere ama olan "şey" daha serin. Anlamlı.
Hoşçakal.